Son Dakika
Hassas ruhlu şairimiz Ziya Osman Saba, bir şiirinde çocukluğuna döner ve:
Çocukluğum çocukluğum
Uzakta kalan bahçeler
O sabahlar o geceler
Gelmez günler çocukluğum
Diyerek,hangi sebeple bilinmez maziye döner.Sevgi içerisinde, şefkatle ve dengeli bir hayat içerisinde büyüme her kişiye nasip olmaz.Genelde bir kişi hayatının en mutlu anları çocukluk dönemleridir.Aile hayatının ekonomik,sosyal ve kültürel yönden dengeleri bu mutluluğu azaltır veya çoğaltır.
İnsanın en huzur bulduğu yer evidir ve ailesidir.Tevfik Fikret’in diliyle aşiyandır,yani yuvadır.Çoğu kaybolup giden o evler bizden de acı tatlı ne hatıraları beraberinde götürmektedir.
Ailem yukarı Develi Kopçulu Mahallesi sakinlerinden “Abbaslar” adıyla anılır.Halep Türkmenlerindendir.Aşağı yukarı iki yüz yıllık aile şeceremiz yazılı kayıtlarıyla çıkarılmıştır.Dedem Abdulkadir Efendi İstanbul Hadim Paşa Medresesinden icazetli bir din adamıdır.Fakat genç yaşta Keskin vaizi iken 54 yaşında iken, geride 2 kız 5 erkek çocuk bırakarak vefat etmiştir.
Babam bu ailenin 5.çocuğudur. Dedem öldüğünde 6-7 yaşındadır.1947’de de evlenmiştir.Ben Dedemin evinde 1948’de doğmuşum.Evimiz Ağaç Kapı Altı denilen yerde idi.Sırtı Dev Ali Türbesi’ne dayalı ahır hariç,iç avlu ve dört gözlü bir evdi.Amcam Halim evlenince,ailem 1950 yılında Everek’e göçtüğü için bu evdeki hatıralarım sınırlıdır.Bu eve bitişik olarak Cemal Amcam’ların evi vardı.Zaman zaman ziyaretlerimiz sırasında doğduğum bu evi teneffüs ederdim.Evin en güzel ve Everek’e hakim, insana huzur veren misafir odasıydı.Duvarlarında bir zamanlar dedemin kitaplarının sıralandığı, uzun iki adet terekler/raf vardı.Babannem Hayriye adında kısa boylu bir kadındı.Fakat tam bir ev kadını.Benim adım,dedemin adı olduğu için torunları arasında benim yerim başkaydı.Bu ayrıcalıktan olacak gelinler ve diğer torunları görmesin diye gizliden gizliye cebinden çıkardığı az kuru kaysı,ceviz,igde vs.yi nasiplenmedik.
Kendisine: “Hayriye has tahtaya bas
Hayriye küçük söz tutmaz “
diye takılanlara sevimli hiddetiyle güler geçerdi.Bu evde unutamadıklarım arasında hazın evi denilen uzun ve tepe pencereli bir odada muntazaman dizili duran, ağızları kapaklı çeşitli küplerdi.Un, pekmez, sirke, bulgur, gendime , köfter vs.küpleri.Ya koşularımız…Duvarsızın Yusuf, Şıhının Ali (Hayırsever kardeşimiz Muammer Kocatürk’ün dedesi), Çizmeliler, Kavaslar, Gıdırıklar, Kirazlar vs.
Bu evimiz,evin en küçük oğlu Mustafa Amcam da İstanbul’a gidince, kullanılmaz oldu.Sonrada yıkıldı ve şimdi Dev Ali Türbesi çevre düzenlemeleri sırasındada tarihe gömüldü.Şu anda elimde bu evden iki hatıra var.Biri amcazadem Muzaffer Ağabey’in kibrit çöpünden yaptığı bu evimizin resmi,fakülte de okurken yine terk edilmiş bu evi bir ziyaretimde bir küp kapağı olarak kullanılmakta olduğunu gördüğüm Dedemin basma bir kitabı ki kitap Develi din aleminin yüz aklarından,nice eser sahibi Abdullah Develioğlu’nun.Kitabın yazarı Üsküdarlı İmamzade Mehmet Emin Efendi,baskı tarihi.1224/ 1804.Kütüphanemin en kıymetli Arapça bir kitabıdır.
Yukarı Develi’den göçtüğümüzde ilk oturduğumuz ev,Everek Ulu Cami yanında Karnıbüyüklerin Cemil yani Meşhur Cemil Hoca’nın eviydi.İki yaşındaki bir çocuk ne hatırlarsa ancak o kadar hatırlayabiliyoruz.Burada tek hatırladığım şey,babamın Kayseri’ye mal almak için gittiğinde almış olduğu çinko bir çaydanlığa ne kadar sevindiğidir.
Burada zannediyorum çok durmadık.Aşağı Everek, Büyük Küllük Mahallesi, Kuyumcu Sokak, Nu:9’daki halamların evine yerleştik.Halam genç yaşta dul kaldığı için, yalnızdı. Bazen başka şehirlerde olan dayımların yanında kalıyordu.Her ne ise..Biz yıllar sonra öğreniyor ve görüyoruz ki biraz da buraya mecbur oturmuşuz.Hoş,babam hayatı boyunca kendi evinde oturamamanın ıstırabını duydu,gitti.
Bu evimiz eski bir Ermeni eviydi.Bodrumunda samanlık ve ahır vardı.100 metre kara üzerine kurulu iki hatlı şirin bir bina idi.Genelde evin iç süsleri tahtadan yapılmıştı.Birinci katta holün solunda mutfak,sağında ahır üzerinde çok amaçlı bir oturma odası.Burada özenle yapılmış bir tandır ve mutfak eşyalarının bulunduğu bir bölüm vardı.Zemine kışın iskemle kurulması içim mangal yeri de yapılmıştı ki ailemizin en çok kullandığı oda burasıydı.Bu odanın iki penceresi vardı.İkisi de sokağa açılırdı.
İkinci kat daha güzeldi. Korkuluklu ve kıvrımlı bir ağaç merdivenle çıkılırdı.Ortada sal döşeli ve sedirli,üç pencereli bir salon,solunda misafir odası,sağında yatak odası mevcuttu.Misafir odası evin en süslü bölümüydü.Bir duvar içerisine gömülü altı hamamlık,üstü yüklük,ortada çekmeceli sabit bir çiçeklik,en sağda elbiselerin konduğu dolaplar vardı. Süsleri tahtadan yapılmıştı. Hele Erciyes’e bakan pencerelerden gelen seher yelleri odaya ayrı bir hava verirdi.
Komşularımızdan dört aile Ermeni vardı. Komşuluk ilişkileri 1960’a kadar İstanbul’a göçlerine kadar ve ondan sonra da bu olumlu ilişkiler devam etti ,gitti.Sokağımızı anlatan “Kuyumcular Sokağı adıyla yine bu sütunlarda anlatmıştım.Tekrara düşmek istemiyorum.Bu benim diğer iki kardeşimin de çocukluk ve gençlik çağımızın en güzel duygularının ve heyecanlarının yaşandığı mekandır. Burada tek uğursuz hatıramız, babamın damı yuvaklarken sokağa düşmesi ve üç yıla yakın kötürüm yaşamasıdır.Tam babam ayağa kalkmışken annemin tıp dünyasında ilk örneği olan dış gebelikten ameliyat olması uzun zaman acılar içerisinde kıvranmasıdır.Bunlara rağmen annemin o sıkıntılı günlerde üç tane okuyan çocuklarına harçlık verebilmek ve evin geçimini sağlamak için sabahlara kadar düğün pırtısı dikmesi ve asla bedbin olmaması; tam tersi hem babamı ve hem de bizleri geleceğe ümitle bakmamızı sağlamasını rahmetle anarım.Artan kumaşlarla üç kardeşe ne güzel gömlekler ve kısa pantolonlar dikerdi.Komşular bizlere imrenirlerdi,içimiz kan ağlarken,bir efkar anında “Bir of çeksem karşı dağlar yıkılır” türküsünü yanık yanık söyler,için için de ağlardı.
Kitap okuma aşkını burada edindim.Özellikle o sahur gecelerinde,gaz lambası ışığı altında,H.Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor ,Feridun Fazıl Tülbentçi’nin ve Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun tarihi romanlarını hep burada okudum,Liseye geçtiğimde öğretmen Hilmi dayımın bize verdiği küçük kitaplık benim için ne büyük hazine olmuştu.Lise sona geldiğimde ciddi bir kütüphanem vardı.
Kış gecelerinde kurulan iskemmi etrafında emsallerimiz arasında anlatılan masalların zevkine; Berber Kamil gibi desteksiz atıp tutmasıyla meşhur hoş sohbetlerin zevkine,Cızağın Mehmet Emmi’nin harp hatıralarını,Kerim’in İbrahim’in insanı rahatlatan komikliklerini, Mustafa Develioğlu’nun Develioğlu-Kozanoğlu çekişmelerini anlatan doyumsuz anlatılarının heyecanını hep burada yaşadık.Bazen sislerle örtülü hatıralarımız arasından süzülen isimler bunlar.93 Harbi’nin ne olduğunu, acılarını komşumuz Artvin muhacirlerinden olan Nene Bibi’den onunla ağlayarak dinledik ve öğrendik.Mşularımız sayesinde komşuluk ve komşu hakkının ne olduğunu iyi örnekleriyle gördük.
1954’de evimize elektirikli, Melefon marka radyo geldi.Evin baş misafiriydi.İlk maç nakillerini ve has Anadolu kokan türküleri burada dinledik.Hele o uğursuz 27 Mayıs İhtilali ve Yassı Ada mahkemelerinin mide bulandıran haberlerini hep burada dinledik.Evimizde elektirikten sonra ikinci bir yenilikti,radyo.
İlk defa evimize günlük gazete,Tercüman Gazetesi burada girdi.Yıl 1961.O yokluğa rağmen bu geleneği babam benimsedi ve bizlere gazete okuma aşkını aşıladı.Kendisi,orta birden terk idi.
Ya yaz günlerinde damlarda oturmalar,gaz ocaklarında annemin hazırladığı çay partileri…Yanında maydanoz,yemlik,cırtlık,taze peynir ve yeni sulanmış yufka ekmek..Kuru ve yarmaca kaysıları cebimize doldurup,tombik,çelik çomak veya İstiklal İlkokulu bahçesinde lastik toplarla futbol oynamaya,haydi diyelim yeri geldi artık, gönüllerimizin coşması hep bu evimizde başladı.
1967’de Ankara’ya yüksek tahsile gidince sonradan fark ettik ki vatan gurbetleşiyor. Nitekim bu nice hatıralarımın saklandığı ev ,anne ve babama yük getirmeye başladığı için satıldı.Allah’tan halen ayakta.Bazen Kuyumcular Sokağı’na giderim de dudaklarıma hep Faruk Nafiz’in şu dizeleri gelir:
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok
Ama bütün bunlara rağmen o mahzun sokakta hâlâ geçmişten ne izler vardır.
BENZER HABERLER