Son Dakika
GİRİŞ
Develi’nin ünlü evladı Seyrânî ‘nin kimliği hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Bu yönü yeteri kadar açıklığa kavuşturuldu, onun için yeniden girmek istemiyorum.
1800 de bazı iddalara göre de 1807 de Develi’nin Oruza mahallesinde doğduğu ve fakir bir mahalle imamı Cafer Efendi’nin oğlu olan Seyrânî 1866 da yine memleketi Develi de öldüğü yaygın bir kanaat olsa da bir şiirinde :
Gaflet uykusunda böyle yatarken
Eyvah geçti ömrüm yüze dayandı
demekte, tahmin ettiğimizden daha uzun yaşadığı konusunda kuşkular yaratmakta ise de, burada ki yüz sözcüğünün, şiirde geçen bez ve güz sözcükleriyle uyak ve ahenk sağlaması bakımından söylendiği değil, tüm otoritelerin birleştiği ölüm tarihinden daha uzun yaşadığı savını doğrulayacak bir vesikaya rastlıyoruz ki hayatı bölümünde bu vesika verilecektir.
Seyrânî de, her insan gibi doğmuş ve ölmüştür Bizi asıl ilgilendiren, araştırmalara sevk eden , onun olaylara bakış açısı, dünya görüşü ve yönetimin hata ve haksızlıklarına lâkayt kalamayan kişiliği olmalıdır. Bu yönünü aydınlığa kavuşturursak, onu daha iyi anlayacağımıza eminim.
Hangi çağda ve hangi yönetim sistemi içinde yaşarsa yaşasın Seyrânî denince, rüşvetin, irtikabın, adam kayırmanın ve haksızlıkların karşısına dikilen,
Ne şahsa yüz suyu dökmek, ne halka minnetim vardır
Rıza bâbından artık bir daha rıza bâbı bilmem
diyen özgür nefsi, yiğit kişiliği ve yine :
Ethem nefsim için ah-ü vâveylâ
Çekmem kasavetin bir avuç hâkin,
görüşündeki çıkar duygularından arınmış, yüreği ile Hakk’ın ve Halkın savunucusu, serdengeçti ruhlu bir dâvâ adamı çıkar karşımıza.
Nâs içinde yoktur yerim
Zemmederler işitirim
Mısralarından da anlaşılacağı gibi, yaşadığı dönemde kadri ,kıymeti bilinmemiş,öldükten sonra da gerek düşünce, gerekse edebiyat alanındaki yerini bulamamış, talihsiz bir halk ozanıdır Seyrânî. Bu gün ne Karacaoğlan, ne Dadaloğlu ne de Emrah kadar yakından tanıtılmış, aktüel olabilmiştir. O can-canan ve gül-bülbül söyleyişinden uzak, alışılagelmiş Halk Ozanlığı tipi ve geleneği dışında bir çizginin adamıdır.
Millet malına sahip çıkmış, memleket meseleleriyle yakından ilgilenmiş, Halkın dert ve isteklerini, yönetimin aksak ve bozuk yönlerini her iki tarafa da bir ayna gibi yansıtabilmiş, çilekeş yaşantısına rağmen, baskı rejimi altında bile devrin kirli çamaşırlarını teşhir edebilmiş, sazını ve sözünü haktan ve halktan yana kullanmış, yol göstericilik vasıflarına sahip bir öğreticidir O. Zaten kendisini, benzerlerinden ayıran, halk ozanlığı sıfatını onu tarifte yetersiz
kılan çizgisi de budur Seyrânî’nin. Dikkat edilirse Ozan olmak için Hakk’kı savunmak için ozan olmuş gibidir.
Yoksa, Türk Halk Edebiyatındaki Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal ve Emrah gibi ünlü isimler arasında,
Ben âşığın birisiyim
Ölü değil dirisiyim
ve
Sanma bu dünyada uyar bulunur
Everek’in ednâ Seyrânî’sine
ve yine:
Olur ahvâlimiz mahşerde yaman
Var ise gam değil zerrece iman
Seyrânî bir şâir gördüğü zaman
Koç gibi meydana çıkıp tokuşa
diyen ozanımız, nereye yerleştirmek isterseniz oraya yakışır. O, âşık yüreği ile Karacoğlan’ın, zulme karşı çıkan yönüyle Köroğlu’nun, dava adamlığı tarafıyla Pir Sultan’ın ve engin tasavvuf ilmiyle Yunus Emre’nin 19.Yüzyıldaki devamıdır. Ama asla taklitçileri değildir. Damga yememiş “ nev’i şahsına münhasır ” bir sanatın ve kişiliğin sahibidir.
Seyrânî bir tek yönden bakışla anlaşılacak biri değildir :
Her sözüm dinleyen özüm seçemez
Sırat köprüsünden ince sözlüyüm
diyen ozanımız her tarafından siluet veren bir dağ gibidir. Onun için Seyrani’yi iyi anlamak ,değişen dünya görüşlerini,tarikatını,sürgün hayatının devrelerini iyi bilmek gerekir.
Türk Halk Edebiyatında günümüze kadar Seyrânî isim ve mahlâsını kullanan altı şaire rastlıyoruz:I-Rumeli’li Seyrânî, 2-İstanbul’lu İmam Seyrânî ,3-Konyal’lı Seyrânî ,4-İsparta’lı Seyrânî, 5-Develi’li Seyrânî, 6-Halen Yaşayan ve genç bir ozan olan Kahramanmaraşlı Seyrânî.
Bunlardan ilk dördü değişik yerlerde bulunan bizim Seyrânî’nin, yaygın şöhretinin bulunduğu yerlerde kendisine verilen sıfatlardır.Rumeli’de askerlik yaptığı, İstanbul’da yedi yıl kaldığı sürede bir taraftan imamlık yapması bir taraftan da medrese öğrenimi yapması ve Konya gezisi sırasında yaygın adının değişik adlarla anılmasındandır.İkinci Seyrânî İspartalı diğeri ise Kahramanmaraşlı’dır.
Develi’li Seyrânî hayatı ve şiirleriyle ilgili ilk eser Müftü-zâde Ahmet Hazım Ulusoy’un yazdığı Sanihat-ı Seyrânî’dir.1925.Bu eserde âşığımız hakkında verilen bilgiler yazılı bilgilerden ziyade sözlü bilgilere dayanmaktadır.
Seyrânî’nin isim ve şiirlerinin görüldüğü ilk kaynaklar cönkler ve şair-nâmelerdir.Bunlar yanında yazdığı manzum tarihî kitabeleri ile Havadan Baba Türbesi’nin iç suvaları üzerine yazdığı yazılar ve şiirlerdir.Zira burada şair her yazdığı şiirlerin altına attığı imza ile hayatı hakkında bize bazı ipuçları vermektedir.
HAYATI
Seyrânî’nin hayatını şu devrelere ayırabiliriz.
A.Develi’deki Hayatı
Seyrâni’nin asıl adı Mehmet Tahir’dir.1788 tarihinde doğmuştur. Babası Oruza Mahallesi Mescidi imamı Cafer Efendi annesi ise Şerife Hanım’dır.Cafer Efendi oğlunun ölüm tarihini Kur’an- ı Kerim’inin arka kapağının içine şöyle not düşmüştür:”Bin iki yüz üç senesi mah-ı safer onbeşinci günü oğlum Mehmet Tahir dünyaya geldi.Cenâb-ı bâri ism-i pakin hürmetine hayırlı ömür ile ma’mur ve tûl-ı ömr ihsan eyleye,âmîn”
Seyrânî, Halep dönüşü Havadan Baba Türbesi’ne 12.10.1841 tarihinde yaptığı bir ziyaretinde, türbe duvarına:
İki âlemde tasarruf etmişdir rûh-ı Seyrânî
Demez kim bu merdedir bundan ingiraz ola
Rûh bir seyf-i Hudâ’dır ten gılâf olmuş ana
Dahî âlâ kâr eder kim bir kılıç uryân ola
Dedikten sonra bir beyit daha ilâve etmiş :
Delilimiz Erkiletli Yusuf Ziya’dır bizim
Sindelhöyüklü Ahmet kethüda refıkımız gûya bizim
diye manzum not düşmüş ve imza bölümünde de şunları yazmış :
es-Seyyit Mehmet Seyrânî bin Cafer-i Senaî, 25.Şaban.1257 /1841.
Burada önemli olan Seyrânî’ye ait ve ilk defa yayınlanan bir belgeyi ortaya koymaktan ziyade, bu belgenin babasına ne kadar önem verdiğini göstermesi önemlidir.
Seyrânî’nin Cafer, Behcet ve Fatma adında üç kardeşi vardır.Her ne kadar Develi Nüfus Müdürlüğü’nde yaptığımız araştırmada bunları doğrulayacak bilgilere ulaşamadık ama sözlü bilgiler bunları tasdik ekmektedir.
İlmihal bilgilerini babasından öğrenen Seyrânî iki yıl kadar Halâsiye Medresesinde okur. Bilemediğimiz sebeblerden dolayı bu öğrenimini tamamlayamaz. Halk kültürü bunu şu şekilde açıklar:
Bir yaz mevsiminin mehtaplı gecesinde mahalle mescidinin imamı olan babasının kapısı vurulur:
-Cemaat dışarda kaldı, sabah namazının vakti geçiyor, gibi sesler yükselir.Babası yatağından telâşla fırlar.O zaman onbeş yaşında bulunan oğlu Mehmed’i mescidi açmaya ve kandilleri yakmağa gönderir.Çocuk mescidi açar fakat yanan kandillerin titreyen ışıkları altında muntazam saflar bağlayan yeşil kavuklu, ak sakallı, iri göğdeli, gösterişli kıyafetli, nurlu simalı bir cemaat görür.Titrer, korkar, düşer, bayılır ve günlerce ortadan kaybolur.
Seyrânî nice sonra bağlarında baygın bulunur. Artık Mehmet Tahir,bu olaydan sonra Seyrânî mahlası ile şiirler söylemeye başlar. Yaptığımız araştırmalar Seyrânî’nin biri 12 telli diğeri de perdesiz bir saz kullandığını göstermektedir. Saz çalmayı ve şiir söylemeyi kimlerden öğrenmiştir,Develi’de başka ozanlar var mı dır,bilemiyoruz.Mesela şu menkıbe bu konuda bize bir ışık tutabilir :
*Seyrânî Şahmelik’ten sazıyla gelirken araları beş dakika mesafede Madazı’nın hocası merkebine binmiş, gelirken yolda karşılaşmışlar.
Hoca Seyrânî’ye selâm verir.Seyrânî de kızarak hocaya:
-Selâm Tanrı selâmı; in şu merkebinden, der.Sen benim rafızî olduğumu ,düğünlerde çalgı çaldığımı ne biliyorsun ?
Der.Sazını eline alınca , hoca kendine vuracağını sanıyor.Seyrânî elindeki sazı kaldırıp atıyor.Kavak yüksekliğinde saz muallâkta duruyor.Hoca şaşırıyor :
-Aman beni affet !
diye Seyrânî’den özür diliyor ve ağlamaya başlıyor.Seyrânî de hocaya :
-Şimdiye kadar tuttuğun yol yanlış.
Diyerek güzel bir yol gösteriyor. Sonra saz Seyrânî’nin eline geliyor; hoca da sevinerek köyüne dönüyor.
* İstanbul’a bir akrabasının isteği üzerine gidiyor. Akrabaları tanıdıkları saz şairlerinden bir çoğunu eve davet ediyorlar.Seyrânî’nin perdesiz sazını görüp şaşırıyorlar:
-Bu perdesiz sazı nasıl çalıyor ,
diyerek merak ediyorlar.
-Seni dört gözle bekliyorduk, şu sazını eline al ,
diyorlar. Seyrânî perdesiz sazını eline alıyor, önce şiiriyle bir “ Hoş geldiniz “dedikten sonra peşpeşe şiirlerini sıralıyor.Şairler O”nun sazına ve çalış biçimine doyamıyorlar.
Artık Seyrânî hem çalan ve hem söyleyen bir âşıktır.Ünü hızla Anadolu’ya yayılır.Bu arada ölen arkadaşlarından birinin mezar taşlarının kitâbelerini yazar. Bunlardan ölen arkadaşı Kızıklı Osman Efendi için yazdığı mezar taşı kitabesi şöyledir:
Beni kıl mağfiret Rabb-i yezdâni
Bî hakkı âlemi, ilm-i Kur’an’ı
Gelüp ziyareti kabr-i Osman’ı
Ede bir fatiha rûhuna ihsânı
S.1225 (m. 1810)
Şiirleri ve daha genç yaştaki şöhreti Hızrî gibi âşıkların Şair-nâme’sine konu olur.
B.Rumelideki Askerlik Hayatı
1820’lerde Seyrânî Balkanlarda redif askeridir.Uzun olduğu tahmin edilen askerliğinde neler yaşanmıştır,ne zaman terhis olmuştur,bilemiyoruz.
C.İstanbul Hayatı
1832’lerde İstanbul’a gelir. Devrin hükümdarı Sultan Abdulmecit’tir. Seyrânî İstanbul’a geldiğinde Konyalı Âşık Sürûrî âşıklar kahyasıdır. Başta Çemberlitaş olmak üzere Beşiktaş gibi yerlerde Âşıklar / Meydan / Semaî kahve-haneleri vardır.Her kahve-hanenin bir de kahyası vardır ki görevi âşıkların ihtiyaçlarını görmek,onları denetlemek ve âşık fasıllarını düzenli yürütmektir.Ayrıca usulsüz konuşmalarını da önlemektir.Tokatlı Nurî, Aşık Nami, Dertli gibi şöhretli âşıklar vardır.Ülke çapında Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dadaloğlu, Aşık Veli vb.âşıklar şöhret sahibidir.
Seyrânî kısa zamanda şöhret sahibi olmalıdır ki semaî kahve-hanelerinde âşık fasılları Dertli ile beraber Seyrâni’nin koşmaları ile divanları ile açılmaktadır. İşte bu andan itibaren Sarayın maaşlı 20 -30 aşıkları ile hükümdar karşısında atışmaları vardır.
Seyrânî İstanbul’a geldiğinde yukarda andığımız hemşehrisi Maviş Ağa’dan samimî ilgi görmüştür. Burada bulunduğu süre içinde önce Köprülü medresesine devam etmiş bunun yanında hat sanatıyla,resim yapımı ile yakından ilgilenmiş ve nakkaşlığı öğrenmiştir.Öyle anlaşılıyor ki bir mescidin de imamıdır.İmam Seyrânî adı da buradan geliyor olmalıdır.
İstanbul’a gelişinin üçüncü yılında şöyle demektedir.
…
Üç sen’oldu bu Seyrânî geleli
Tatilini erkânını bileli
Bir ağa kazandım yokdur akranı
Maviş Ağa derler hara İstanbul
Diyerek Develi’nin Tombak köyünden olan ve sarayın su işlerine bakan bu Maviş Ağa’dan çok ilgi gördüğünü biliyoruz.Bu Seyrânî aradan dört yıl geçtikten sonra da şu yorgun ruh halini şöyle anlatacaktır:
…
Yedi yıl eğlendi kaldı Seyrânî
Bütün tahsil etdi ilmî irfânı
Sendeyken her türlü mürüvvet-kânı
Bulmadım derdime çâre İstanbul
XIX. Asır Osmanlı İmparatorluğunun hem yenileşme hem de çözülme devridir. Kılık-kıyafet değişimi,ordunun ıslahı,bando ve tiyatro gruplarının gelişi, gazeteciliğin yaygınlaşması, kitap basımının çoğalması, sanayileşmeğe başlama,imar işlerinin artması,batılı eğitimin önemi,ve modern okulculuğun artması vs. Bu sosyal ve kültürel işler yanında para politikalarının sık değişimi,enflasyon hareketleri, para ayarlarının düşürülmesi,1826’da Yeniçeri ocağının kaldırılması, Bektaşi Dergahlarının kapatılması,1827’de Navarin olayı,1827’de Yunanistan’ın bağımsızlığı,1829’da Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali,1832’de Kavala’lı Mehmet Ali Paşa’nın İsyanı ve oğlu İbrahim Paşa’nın askerleriyle beraber ta Kütahya önlerine kadar gelmesi,1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilânı,1841’de Boğazlar Antlaşması,1853’de Kırım Savaşı,1856’da Paris Andlaşması ve Islahat Fermanı’nın İlânı,1860’da ilk muhalefet teşkilatı,1876’da Sultan Abdulaziz’in tahtından indirilmesi vs…
Görüldüğü gibi son derece önemli sosyal, siyasî ve kültürel bir hayat.İmparatorlukta hızlı bir değişim…Olumlu olumsuz gelişmeler zinciri…
Seyrânî bu gelişmelerin neresindedir?
Seyrânî, dehşetli bir gözlemcidir. Batılılaşma hareketi ile devlet ve millet hayatındaki hızlı siyasî ve sosyal değişmeleri yaşamakta ve dehşetli ıstıraplar duymaktadır. Özellikle moral değerlerinin bozulmasının tepeden başlaması Seyrânî’yi üzmektedir. Hükümdarın, sadrazamın, şeyhülislamımın, kadıların yanlış uygulamaları, paraya ve mevkie düşkünlükleri, devlette yapılan savurganlıklar son derece yaralayıcıdır.Bu dönemde âşığımızın şiirleri tamamen sosyal hicivlerle doludur.
Devlet kademesindeki herkes âşığımızın zehir gibi diline uğrar.Yıllar sonra âşığımızın Tanzimat dönemini eleştiren sözlerine bakıldığında; ne kadar haklı olduğu görülür.Görülür de söyledikleri de yenir yutulur şeyler değildir.Bir de buna İstanbul’da bulunan âşıklar arasındaki çekişmeler ve âşık divanlarının usta malı olarak kendi şiirleriyle açılması âşıklar arası bir kıskançlığa yol açmıştır.Bu kıskançlıklar sebebiyle Konyalı Aşık Süruri öldürülmüştür.
İşte Seyrânî meslektaşları âşıkların çekememesi ve öldürülme kaygusu, devrin yöneticileri arasında hicivlerinden dolayı kavuşturmaya uğraması sebebiyle hayatından endişe duymuş ve tahminimiz odur ki hemşehrisi Tombaklı Maviş Ağa tarafından bir kervanla Haleb’e gönderilmiştir.
D.Halep Sürgünlüğü
Bu kaçış dönemi 1838-39 yıllarında olmalıdır.Üç yıla yakın süren bu bir tür sürgün hayatı onu yormuş olmalıdır.Bugünkü Suriye ve Irak şehirlerini gezmiş olmalıdır.Özellikle Halep, Bağdat şehirlerini.Bu gezdikleri yerleri “Halep çölleri “ diye başlayan koşmalarında daralan gönlünün bütün hüzünleri ile dört şiirine yansıtır.Bir ara, Adana’da kardeşi ile görüşmesini anlatan “birader” ayaklı koşması bozlak olarak daha yakın zamana kadar radyolarımızda okunmuştur.
Pek açık olmamakla beraber,adını tespit edemediğimiz bir Kadiri şeyhinden de el almıştır.Seyrânî bir taraftan sevdiklerinden ayrı,hasret içerisinde kıvranırken bir tarafdan da tasavvuf deryasına dalmıştır.İşte her iki hasret duygusu ve ruhî çile Seyrânî’yi yanmış,yandırmıştır.
Seyrânî işte bu yanan gönülle Develi’ye 1841 yılının sonlarında Develi’ye dönmüştür.
E.Develi’ye Dönüşü
Seyrânî 1841 yılının sonlarına doğru Develi’ye bir Kadiri halifesi olarak döndüğünde yanına birçok kişiyi toplamasını bilmiştir.İlk önce Havadan Baba adıyla yaygın bir şöhreti olan el-Hâc İbrahim’in türbesini ziyaret etmiş ve buraya daha sonra her ziyaretinde duvara yazdığı mürekkep yazılarla notlar düşmüştür.Belki bunlar Seyrânî hakkında en önemli yazılı belgelerdir.Ayrıca Develi’nin ilk Çarşı Camiinin ve Everek Ulu Camii’nin tamir ve minare yapılışını anlatan iki kitabesini de yine Seyrânî yazmıştır.Bu yazılarda İstanbul’da edindiği hattatlık ve nakkaşlıktaki kültür birikimi hemen görülür.
Şiir yazmaya da devam eden aşığımız son dönemlerinde ciddi bir geçim zorluğu ile karşı karşıyadır.
E.Ölümü
Ömrü yoklukla geçen Seyrânî’nin ölüme yaklaştığı sıradaki halini değerli din adamlarımızdan Abdullah Develioğlu şöyle anlatıyor: Seyranî, ölümünden iki gün evvel yiyecek bir şey bulamamış,ancak o anda bulunan bağ yaprağını küle batırarak yemiş ve:Ey nefis ! Ballar ve börekler yedin, adam olmadın. Şimdi şu küllemeyi de ye,belki adam olursun demiş ve iki yüz beyit kadar bir istiğfar-nâme yazmıştır. Bu bilgiyi verdikten sonra kardeşi Mehmet Develioğlu’nun Seyrânî’nin oğlundan ve torunlarından, halktan şiirlerini topladığını ve bir mecmua meydana getirdiğini bu mecmuayı da bir müfettişin alıp gittiğini yazmaktadır.
Ömrümün defterin dürdüm hak-i pâye yüzüm sürdüm
Bir acaib kal’a gördüm burc u bâr u beden ağlar
Diyen Seyrânî 1873 yılına doğru, uzun fakat mana dolu bir ömürden sonra Develi’de vefa etmiştir. Mezarı önce Meteris Mezarlığı’nda iken, buranın kaldırılması ile Tirem Mezarlığı’na nakledilmiştir.
F.Şiirlerinin Muallim Ahmet Hazım Tarafından Derlenip Kitaplaştırılması
Seyranî sağlığında mahallenin hatırlı kişilerinden Yusuf Ağa tarafından Seyrânî bir odaya oturtularak şiirlerini bir defterde toplatılmıştır.Bu yazma defter sonradan elden ele gezmiştir.Ulaşabildiğim son nokta, Ankara’da Develi’li bir emekli bayan öğretmende olduğudur.
Seyrânî’nin şiirlerini toplayan bir önemli yazma da Seyrânî Hoca’dan geçen Mustafa Özkara nüshasıdır ki ben bu nüshanın daktiloya çekilmiş bir örneğini Develi Lisesi müdürü rahmetli Salih Karakebelioğlu hocamın kütüphanesinde gördüm. Bana 204 şiir olan dosyayı inceleme fırsatı vermişti.Otuza yakın şiirin hiçbir yerde yayınlanmadığını gördüm. Kim bilir bu nüsha şimdi kimin elindedir.?
Seyrânî’yi unutulmaktan kurtaran şüphesiz Develi’li bir aydın olan Öğretmen A.Hazım Ulusoy’dur. Seyrâni’nin şiirlerini derleyip yayınladığı eserin adı: Sanihat-ı Seyrânî, İstanbul 1341/ 1925’tir.
Bu eser yayınlandıktan sonra hocanın İstanbul’da temasta olduğu Dr.Abdullah Cevdet,Yakup Kadri gibi düşünce ve edebiyat dünyamızın zırveleri tarafından Seyrânî ele alınmış ve incelenmiştir.Bu eser bugün dahi önemini korumaktadır.
Bu eser Seyrânî’nin şiirlerini unutulmaktan nasıl kurtardıysa, Haşim Nezihî’nin eseri de Seyranî’yi ve şiirlerini yaygınlaştırması bakımından önemlidir.Bu çalışmalara genişlik katan Ahmet Talat Onay.Cahit Öztelli ve Nihat Çetin’in de hizmetlerini hayırla anmalıyız.
F.Seyrânî Seminer ve Şenlikleri
Bir gurup Develi’li aydın Seyrânî ve şiirlerini tanıtmak amacıyla bir komite oluşturmuşlar ve 1979 yılında 1.Seyrani Seminer ve Şenlikleri adıyla ülke çapında bir organizeyi Develi’de başlatmışlardır.
O günden bu güne kadar bir iki aksama dışında genelde Develi Belediyesi desteğinde olmak üzere bazen Kaymakamlık, bazen da Seyrânî Eğitim ve Kültür Vakfı desteğinde bu çalışma bugünlere gelmiştir.
Bu organize sayesinde Develi ve kültür varlıkları gündeme gelmiş, Seyrânî hakkında yedi adet kitap daha basılmıştır. Seyrânî’nin şiirleri ders kitaplarına ve antolojilere girmiş hakkında birçok araştırmalar yapılmasını sağlamıştır ve halen de bu çalışmalar devam etmektedir.Son olarak 25. defa, Seyrânî Develi’de büyük bir şevkle anılıyor.Bu organizelerde emeği geçen, konuya bahane yaratmadan ilgi duyan herkesi takdirle anıyorum.
Not:Seyrânî hakkındaki bu özet bilgiler,sinema yönetmeni Mesut Uçakan’ın Seyrânî’nin Hayatı’nı konu alacak olan filmin senaryosuna, alt malzeme olarak hazırlanmıştır.
BENZER HABERLER