logo

Kuyumcular Sokak

İstanbul,bugün şehirler şehiri İstanbul ise bunda; Nedim, Yahya Kemal, T.Fikret, M.Akif Ersoy, Orhan Veli gibi şairlerimizin şiirlerinin rolünü kim inkar edebilir.Yahya Kemal bir şiirinde sevgilisi ile gezdiği Körfez’i anlatırken:
Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
diyerek o geçmiş mutlu günleri, biraz da Körfezin ruhlara verdiği ferahlıkla anlatmaktadır. Bugün edebiyatı yazılmayan eski sokaklarımızda ne maddi, ne insani güzellikler gizlidir.  
Çocukluğumun ve gençliğimin en güzel günlerini ailemle beraber geçirdiğim Aşağı Everek Kuyumcular Sokağı’na geçenlerde yolum düştü.Bugün bize ait olmayan evimizin merdivenlerine çöktüm ve hıçkırıklarım beni esir etti. Zira ne ben çocukluğumun neş’esindeyim ne sokağım, ne munnaraz oynadığımız ne de kapıları kilitlemenin ayıp olduğu, herkesin birbirine güvendiği, damlarından ve pencerelerinden karanfillerin etrafa kokular yaydığı, sarmaşıkların  pencereleri süslediği,badanalı evlerimin sıralandığı sokak vardı. Belki de bana öyle gelmişti.
Kuyumcular sokak eski adı Teküşe, daha sonra Büyük Küllük, en sonra da Aşağı Everek olan mahallenin bir sokağıdır.Sokağın güneyi eski adıyla Yoğurt Pazarı denilen çarşıya, kuzeyi ise yine eski adıyla Venk / Su mahallesi denilen yere açılırdı. Bugün kör bir sokaktır.Sokağımızın bozulmamış evlerinin yapısına baktığımızda 1850’lerden sonra kurulmuş olduğunu söyleye biliriz.Demek ki sokağımızın 150 yıllık geçmişi vardır.
Evler bodrumlu ve iki katlıdır. Bodrumlar kara taşlardan, cepheler yonu taştan, yan ve arka duvarlar ise dolma binalardır. Bazı evlerin bodrumunun altında ya bir oyma in ya da küçük odacıklar vardır.Genelde her ikisi de buzdolabı görevi görürdü. Salamurlar, peynir, turşu vb. yiyeceklerin korunduğu mekanlardır. Bodrumlar genelde iki gözden oluşurdu. Samanlık ve ahır. Ahırlarda bazen iki duvarın birleştiği zemine kil topraklar yığılır ve içine kışın yenilmek üzere turp, havuç saklanırdı.Lazım oldukça bu yiyecekler yeteri kadar çıkarılır ve sofrada kullanılırdı.
Ev mimarisinde önemli iki mekan: Misafir odası ve hazine odasıdır.Misafir odaları evlerin müzesidir.Çünkü en kıymetli eşyalar burada yerlerini alır,duvarları ev büyüklerinin fotoğrafları ve duvar aynası süslerdi.Yüklük, hamamlık ve çiçeklik seçkin ağaç işçiliği ile odaya ayrı bir hava verirdi.Pencereler rüzgar yönüne göre yerleştirilmiştir.Misafir geldiğinde kullanılırdı.Genelde kapalı olurdu.Hazine odasında ise soğan,patates ve kışın yenmek üzere kışlık üzüm askıları yanında fazla yiyecek ve içecekler bulundurulurdu.
Genelde sallık, hol ve salonlar düz ve değişik renklerdeki sallar veya tahtalarla kaplıydı. Buralar her gün süpürülür ve ibriklerle düzenli sulanırdı.Gündüzleri dış kapılar kapanmaz,açık dururdu.Çoğunlukla da komşulara güvensizlik açısından ayıp sayılırdı.Ama kedi,köpek,tavuk gibi hayvanların girmemesi için parmaklık denilen küçük bir tahta örtü ile kapatılırdı. Bir yere giden ev sahibi anahtarını komşuya bırakırdı.Davranışlar hep sağlam itimada, bölüşmeye ve paylaşmaya yönelikti.
Sokağımız kaldırımdı. Her evin önünde bir dut ağacı veya asma vardı. Develi’de,yanılmıyorsam, kanalizasyon 1965 yılında yapıldı.O yıla kadar tuvaletler evlerin sokağa açılan yerlerde kurulmuştur.Eskiden tuvaletler dolduğunda ,eşekler üzerine konan ve kıldan örülen karnıyarık adı verilen bir heybeye doldurulur, gübre olarak kullanılmak üzere bahçelere ve bağlara taşınırdı.Bu işlemde kullanılan geniş küreğe tabla kürek denirdi.Bu günlerin hatırasını yansıtan; lüzumsuz işler yapan, sözüne güvenilmeyen insanlar için: Ne tablada duruyorsun ne karnıyarıkta,deyimi yaygındır.
Bu sokağa biz 1952 yılında gelmiştik. Evimiz sokağın, doğusunda ve Fatih Camii’ne bakardı. İki katlı, Erciyes manzaralı küçük, fakat şirin bir evdi. Bazen yaz günlerinde evin çocukları olarak bazen damında yattığımızı hatırlar gibiyim. Hoş, bir çok kişi de yatardı ya…
Sokağımızda Altın Dudu, Artin Usta, terzi Onnik Usta, iki sağır ve dilsiz kış kardeş olan ve hemen evimizin karşısında adlarını hatırlayamadığım yine bir Ermeni aileler vardı.Türklerden ise:camcı Kirkit’in Halil, manifaturacı Ali Özçay, Terzi Necati, Salih Kolay, Mevlit Tıraş,Arife Hala, Çil Ali’nin Asiye, Sinek lâkaplı Zabıta Mustafa, Azmanlar, Nazif Tıraş ve Dabırının Durmuşlar.Daha sonra Ermeniler 1960’larda İstanbul’a taşınınca karşımızdaki eve Mustafa Develioğlu, Altın Dudu’nun evine Zühre Develioğlu, yine bir eve Güzel Alinin Mustafa, Artin Usta’nın evine Cemal Amcamlar, karşısındaki eve Mevlit Tıraş, Zabıta Mustafa’nın evine Şükrü Tökler, Azmanların evine de İncesu’lu bir dost aile yerleşmişti. Etnik yapı bakımından görüldüğü gibi sokağımız;Yukarı Develi’den inen Türkler, Artvin muhacirleri ile Ermenilerden oluşmuştur.Bizim sokaktaki aile büyükleri esnaftı.Bir zabıta Mustafa memurdu.Artin Usta hurda ev eşyaları alır satardı.Onnik usta iyi bir terziydi.
Bana göre sokağımızda bazı renkli insanlar vardı.Ali Özçay amca yaz kış evinin sallığında abdest alır,özellikle sabah ezanında abdest alırken öyle bir besmele çekerdi ki, Allah etmeye sokak sallanırdı.Güzel Ali’nin Mustafa yanlış bir adamdı,sarhotu.Zabıta Mustafa amca çok sessiz ve tam 657 sayılı devlet memuru idi.Çok vazifeşinastı.Fakat öyle vazifeşinastı ki sıfatı sinekti.(!)Esnafın en küçük ihmalini af etmezdi.Fakat M.Develioğlu’nun ayrı bir havası vardı.Koyu Demokrat Partili’ydi.Develi’nin il olması için mücadele edenlerdendi.Hele “Develioğlu ile Kozanoğlu” çekişmelerini anlatırken coşardı.Biraz da yakıştırırdı amma o da hani kendine yakışırdı.Terzi Necati Develi sosyetesinin bir numaralı terzisiydi.Şıktı, yakışıklıydı.Fakat genç yaşta trafik kazasında öldü.Ali amca işinde gücünde bir adamdı.Eşeğine iyi bakardı.Bağına ve bahçesine kolay kolay amele sokmaz,kendisi çalışırdı.Sebebini soranlara da:Hınzıroğlu hınzırlar adam gibi çalışmıyorlar,derdi ki külliyen yalandı.Masraftan kaçardı.Yırık Salih (Kolay) ise dervişan bir adamdı.Hafızdı.Büyük zevk aldığı şey sabah ezanını okumaktı.Ahmet amcamla sanki yarışırlardı.Yengem Ahmet Amcama çıkışırdı:
-Herif ! Allah u âlem (ellâm ) sesin güzel olsa minareden inmeyeceksin.
Sonradan bir komşumuz,Yukarı Develi’den gelen Bekçi Osman’dıİyi bir komşuydu. Radyolardan seyyar teyplere geçiş dönemi.Oğlu Kadir Almanya’da.Oradan ailesine  halini anlatan ve aile bireylerine selamlarını ileten bir kaset doldurup ,göndermiş.Teyp  aralanmış pencere önünde:Ses sonuna kadar açılmış.Teypten Kadir’in sesi:
-Sevgili anneciğim,ellerinin kılını incitmeden ellerinden öperim….
Uzun müddet, her sabah bizim Kadir’in aile mesajlarını dinledik, durduk.Biz bu seslere alışmışken, nedendir bilinmez birden bire kesildi.Tıraşın Nazif amca ise onca varlığına rağmen sade, ama çok sade yaşardı.Gölgesiz bir adamdı.Şükrü Tök ağabeylerin yaşayışlarında ise dinî değerlerin yeri başkaydı.
Sokağımızın hanımları da güzeldi,iyi insanlardı. Samimi ve her zaman mesafelilerdi. Fakat bunlar içerisinde genç yaşta dul kalmış ve çocuğu olmayan bir Arfe Halamız vardı ki aman Allah’ım.Çocukları ve yüksek sesli konuşanları hiç sevmezdi.Barbar bağırırdı.Şefkatsiz bir kadındı.Hele iki de tatlı zekalı ablalarımız vardı,bunlar.Yırık Salih’in kız kardeşi Zülüf ile Çelanin Bahriye idi.Ne iyi insanlardı.Sokağın gülleriydi.Herkes saygı gösterirdi ve severdi.Onlar da bu ilgiden nasıl memnun olurlardı. Tıraşın Şerif abla ile yengesi Emine ablanın arasıra döğüşleri mahallenin renkli günlerindendi. Birinde mahkemelik olurlar.Annem ile Kirkit’in Osman’ın eşi Güzide(Kuzudiye) abla da şahitler.Hakim soruyor:
-Kızım anlat bakim,nasıl oldu bu iş?.
Güzide abla anlatıyor:
-Valla hakim Bey,ben zibil dökmeye gitmiştim..
Hakim meraklı gözlerle, soruyor:
-Kızım zibil ne?
Güzide abla büyük bir ciddiyet ve vakarla cevap veriyor:
-Zibil mi? Zibil zibildir ,Hakim Bey.
Tabii gülüşmeler. Hakim kızıyorken annem atılıyor ve bu müşkül meseleyi çözüyor:
-Efendim, zibil çör çö ,demektir.
Hakim rahatlıyor:
-Anladım kızım. Nerde kalmıştık. Evet…Devam et, kızım.
Bu mizahi olay uzun zaman sokağımızda konuşulmuştu. Ne zaman Güzide abla elinde bir çöp tenekesi, atılırdım:
Güzide abla! Sahi zibil ne demek? O da kızarır ya konuyu anneme havele eder ya da:
– Get lan,hınzır oğlan.Maslah maslah konuşma
Sokağımızın kızları da güzeldi.Yalana kulak asmayalım tavırları ağırbaşlıydı.Sıkı bir otokontrol altında idiler.Ah..Ah.Leman ablamızın az mı iyiliğini görmüştük…
Sokağımızın yetikleri Alaaddin ve Nevzat Develioğlu kardeşler, Ahmet Özçay, Çil Alinin İsmail(Çelanin)Erciyes ve Şahin Azman’dı.Ben,kardeşlerim Kamil ve Hamdi de arkadan gelenlerdik.Yaz akşamlarında oynanan Munnaraz oyunu önemliydi.
-Eşlerim geliyor! Nidaları sokağı doldururken, Ali Özçay amcanın da evinin köşe penceresinden sesi yükselirdi:
– Hınzıroğlu hınzırlar ! Yine adamda kafa koymuyorlar ki, sohrantısı da unutulmaz hatıralardandır.
Özellikle sokağımıza ikindi serinliği çökünce hanımlar evlerinin önüne çıkarlardı.Herkesin bir yeri vardı.Yazın bahçeden gelen yeşillikler akşam yemeği için burada ayıklanır ve hazırlanırdı.Bir de yarenlik tutturulurdu ki,aman Allahım.Hangi tür sohbet istersin.!
Sokağımızda bir kültür güzelliği de, fırın ekmeklerinin evlere geç girdiği dönemde M.Develioğlu amcalara ait örtmede yufka ekmeği yapımı idi.Yirmi dört saate yakın sürerdi.Hele gece yarısı Toninin Hacı ile bir ablamızın yarenlikleri mutlaka koyulaştırılır, muzip bir ablanın da bir güğümü fotoğraf makinası gibi kullanıp,ikisinin başbaşa fotoğraflarını çekme girişimi kahkahalara boğardı.Ayrıca taklitler, hanımlar arası güreşler ve anlatılan fıkralar yorgunluklarını atmada kullanılan metotlardı.Yufka ekmek yapımı,daha doğrusu ekmek kültürü başlıbaşına bir kültür güzelliği idi.Bazen Ermenilerle beraber Yukarı Fenese’deki kiliseye gitmeler de farklı kültürle beraber yaşamanın güzelliklerindendi. Bizler oruç tutarken Ermeni arkadaşlarım Süren ve Haçik de bizimle beraber oruç tutarlardı. Bazen biz de onların yortu bayramlarında aynı şekilde davranmaya çalışırdık. Süren sınıf arkadaşımdı.İki yıl önce öldüğü gün,haberim olmuş ve babası Onnik Usta’ya telefonla taziyetimi bildirdiğimde o koca Onnik Usta, uzun süre ağlamaktan konuşamamış ve duyduğu sevinçten:
– Bana Erciyes’i bağışladın, Everek’in kokusunu getirdin diyerek, bu taziyeden duyduğu mutluluğunu belirtmişti. Ayrıca Terzi Necati ağabeyin annesi Nene Bacı’ın göz yaşlarını yere düşürmeden anlattığı Artvin’den mecburi göç hikayeleri de dinleyenleri etkilerdi.
Bugün Kuyumcular Sokak hem mimarî , hem insanî hem de sosyal hayatından çok şey kaybetmiş haldedir.Acaba kaybolan bu değerler  bize mi böyle gelmektedir.Değişen biz miyiz?Bu da önemli bir konu.Bu duygularla eski sokağımıza baktım da niceler bu alemden göçüp gitmişler.Dudaklarımda eski bir şarkıyla arkama bakamadan geçip gittim.
Kalbim yine üzgün seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Üzgün ve kırılmış gib en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden.

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
Share
2.509 Defa Okundu
#

SENDE YORUM YAZ

6+7 = ?