logo

Halkın Sesi (2)

“Halkın sesi,Hak sesidir.” Sözü lisanımıza bir darb-ı mesel kuvvetiyle dahil olunmuştur.Fakat hiç şüphe yoktur ki bu sözün manası daima ve bilaistisna tahkik etmemekle beraber halkın hadisatı görüşde kuvvetli bir sezişi, çok keskin bir “ akl-ı selim” i bulunduğu da gayr-ı kabil inkardır.Bu ruhu  melekenin yardımıyla ve muhidden alınan tecrübelerin o melekeye inzimamı sayesinde halk,münevver kitlenin bir takım efkar ve itikadından kurtulamıyarak elde edemediği hikaye ıtla’ kesb eder ve etmişdir de…Bu itibarla halkdaki duyuş ve düşünüş tarzlarını bilmek “ demokrat “ bir memleketin en mühim şiarıdır denilse mübalaga edilmemiş olur.
İsninat edilen bu kuvvetin maneviyetindeki şikayetleri, azab ve ıztırabları,ümid ve arzuları yakından bilmek lazımdır.”Meçhuli idare” itmek idare edememek demektir.Onun içün halkı yakından tetkik ihtiyacını hissetmeyen, hatta ehemmiyet bile vermeyen idare sistemlerinin akıbet-i feci bir şekilde yıkıldığını bizzat gözlerimizle gördük.
Acaba halkın manevi sesini nereden duymalı ? Efradı teker teker dinlemek ne mümkün, ne de afakı bir netice istihsaline müsaadedir.Yegane çare onun mümessili vaziyetinde bulunanları müşahededir.Bizim memleket içün bu temsil  evsafı da en ziyade halk şairlerinde görülebilir.Diğer memleketlerde (folklor) ismi verilen tetkikat ve onun vaz ettiği ilmi usullerle bu türlü asarı toplamak, neşr etmek halkçı bir memleket içün edebi ve ilmi ehemmiyeti kadar, siyasi bir kıymeti de haizdir.Ruhî varlığından bulunulan şuurlu bir mucidi şuursuzca sevk ve tahrik etmek ekseriya menfi neticeler vermiştir.
Büyük devletler, müstemlekelerinde her şeyden evvel alemlerin yapacağı ruhi ve içtimai tetkikatı kendilerine esas ittihaz ederk orayı temsile çalışıyorlar. Darü’l-fünunlarında  zahiren sarf-ı ilmi mahiyetinde olmak üzere oraların adeti ve ananesi,lisanı,eğer varsa edebiyatı ve nihayet efradının ruhiyatını tedkik ediyorlar.Birbirine düşman en medeni millet mütemadiyen yek diğerinin evsafı ruhiyesini ilmi şekilde tesbit ile iştigal etmemekdir ve (Folklor) bu hususda en mühim bir         oluyor. Bu nevi tetkikat-ı ilmiyenin mevzuu olabilmek bahtiyarlığından zavallı (Anadolu) hala mahrumdur.O Anadolu ki ; Osmanlı devletinin idaresinde iken gah yaptığı isyanlar,gahdağlarda dolaşan bağrı yanık aşıklarıyla kendini zorla anlatmak istemiş,fakat o devredeki  (müdiran-ı millet)yine onun sesini duymamak için kulaklarını tıkamaktan fariğ olmamıştı. Bu gafletin encamını hepimiz biliyoruz istikbalde aynı hataların zebunu olmamak için mazideki hadisatı tesbit etmek ensalim bir çaredir ve bu kamlı edebiyatın temelini teşkil eden halk şairleriyle başlamak onları ilmi usüllere göre tasnif ve neşretmek lazımdır. “Tahlili” ve metin bir yoldan yürütülmezse bir çok hakayıktan yine bi haber kalacağımızda şüphe yoktur. Evvela mevcudu sıhhatle meydana koymak bade onları “terkip” çalışmak yegane usüldür. Son zamanlarda Anadolu’nun bazı şehirlerinin tarihini yazılmaya ve mahalli tetkikat arzusu belirmeye başladı ki bunu yukarıdan beri söylediğimiz ihtiyacın tahkikine hayırlı bir başlangıç addedebiliriz. Bilhassa halk şairlerinin imkan nisbetinde hayatlarını tetkik, eserlerini cem etmek meyilleri de şayan-ı takdirdir. Mesela bu meyanda, Sultan Aziz zamanında başlamış rint, mikat ve şedidu’l-tad bir şair olan Seyrani’nin şiirleri Everekli Ahmet Hazım Efendi tarafından toplanmış ve neşrolunmuştur. Himmetlerini takdir ve memleketin irfanına edilen bu hizmetten dolayı eserin cem’i ve mushahını tebrik ederiz. Hazım Efendi Seyrani’nin hemşehrisi olduğundan başladığı işteki muvaffakiyeti daha çok metin ve kavi olmuştur. Bu yolun diğer mahaller içinde tutulmasını Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki münevverlerin bu şayan-ı takdir esere tabiyet etmelerini pek çok dileriz.

Şimdi serd edeceğimiz şu mütaleatın sıhatini isbat için elimizde mazbut bir şekilde mevcut olan meskur eserden istifade ederek Seyrani’nin edebi ve iştimai mahiyetinin arz edelim. Evvelce eserinin bazılarına müteferrik bir surette muta’ olduğumuz bu halk şairinin birinci hadda kudret-i şiiriyesini meydana koymak lazımdır:

1. Şiir ruhun samimiyetinde doğan sıcak bir histir. Onu dile getirebilenlere şair demekte bir an tereddüt etmemelidir. Seyrani’nin şu koşmasını bir kere beraber okuyalım, bakalım bu hararetli menbadan ondan neler var?…

Dikenli çalıda açılan güller
Aşıklara kanat gerip kol açtı
Feryada başladı şimden bülbüller
Gül vasfın itmekten diller dolaştı
*
Güllerin çeşmine şebnemler dolar
Teşne bülbülleri çeşmenden sular
Bal tutan elbette parmağını yalar
Cismime hüsnünden sor ne bulaştı
*
Ey Seyrani çoruk ile sağların
Yok içinde yaran çözük bağların
Yaratılmış alçak, yüce dağların
Hep o tenden kervan geçti yol açtı

Şu koşmada ikinci kıt’anın üçüncü mısraından başka bu günkü ince zevkimize hoş gelmeyen neresi var? Hatta aramızda şiir ile ülfet edenlerin bile kolay kolay eda edemeyecekleri kadir-i rakik, mümtaz, hasretiz de bir şiiriyeti bu samimiyeti satırların arasında mevzulen bulmuyor mu? Güllerinm gözlerine dolan şebnemlerle aşık ve teşne bülbülleri hararet-i iftirakına deva sunabilmek için bunu duyan kalbin sahibi elbette şair olmalıdır. Bir de şu müşteki kırık, bezgin fakat buna rağmen şairinin yine rint yine aldırmaz olduğunu söyleyen şu koşmaya bakınız…

Hüsne mağrur olma ey yüzüm-i mâhım
Niceler yokuştan inişten geçti
Kâr etmedi sana feryâd-u ahım
Tir-i aşkım Kûh-i Keşiş’ten geçti
*
Seni bi- mürüvvet, seni bi- vefâ
Kim kime etmiştir, ettiğin bana
Şimdi de yâr olmak istersin amma
Nideyim sevdiğim iş işten geçti
*
Benden sana… ey yüzüm-i mahım
Var kimi istersen eyle muhabbet
Şimden geru sen sağ ben de selamet
Seyrânî bu alıştan verişten geçti

Şu kuvvetli “serzenişi” söyleyebilen bir adama şair demek için ancak şiirden anlamayan lazım gelmez mi?
2. Şairliğinden şüphe olmayan Seyrani’nin bir kere de devrinin ham sofularına duyduğu gayzı onlardan şikayetinigörmelidir. Çünkü bu vadideki yazıları onun ve kendisini temsil ettiği halkın “akl-ı selim” ine en güzel bir delildir. Başkasına nasihat edip de kendisi o nasihatı tutmayan vaazına hitaben diyor ki:

Her zegu vaiz! Sözün sen çok uzatma kısa kes
Herkese yol gösterip sen gitmeğe etmek heves
Geçüp karşımda sen güle görüp meyhurluğum sofi
Sözün tut badeden sen iç, fakat sen geç riyadan gel

Yine bir koşmasının sonunda:

Tabiplerin ilmin ehli dert olur
Dert Seyrani’ye derman mert okur
Ham sofiler tesbih çeker vird okur
Gözü hayvan yemi çalmada gezer
diyor.

3. Seyrani yaşadığı devirdeki adaletsizlikten, zulümden bi zardır. Bu vadideki şiirleri devrin canlı tarihi and olunsa layıktır. Bunlardan bir iki misal verelim:

Seni mazlumun ahı na bedid eyler sehi zalim
Felek kanunun mızrabı gamsız ızdırab etmez
diyor.

Bir koşmasında da şöyle söylüyor:

Haçan validemi ruyada görsem
Kan ağlar gözlerim yaşlı görünür
Bize edenlerin defterin dürsem
Ejder olmuş yedi başlı görünür
*
Haktan bulsun bize eden muzular
İki bacım “kardeşim” der bozular
Sılada bağrışır körpe kuzular
…            siyah saçlı görünür
*
Seyraniyim kaldı dostlar yasımda
İçtiğim su zehir oldu tasımda
Eşim dostum yolum bekler kasımda
Düz ovalar bize taşlı görünür

Şu mısralardaki gurbet acısı ve çektiklerinin ruhunda bıraktığı zulüm yaraları ne selis bir surette tasvir edilmiştir. Zavallı kendilerine zulüm edenlerin hayalen defterini dürse yedi başlı ejder kadar muaazzam bir şeyin olacağını ne elim bir lisan ile söylüyor:

Gam suyula mayam böyle karılmış
Levh üzere kalem böyle yazılmış
Ciğerimin memesinden sarılmış
Gam yılanı kanım emip kanıyor
4. Seyrani:

Mahkeme meclisi icad olduğu
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından
Kaza bela ile alem dolduğu
Kazların kadıya uçmaklığından

Mısralarıyla irtikab varteşasını tasvir ettiği bir devrin en büyük makamına ve onun sahibine yazdığı şu satırlar “tarih-i istikbal”inin, hakiki bir keşfi addedilse yeridir.

Zulmünden vekil-i ali Resulun
Hicabtan sikkenin kızılı çıktı
Şeriatın ahkamında zeviyyü’l makulün
Reylerinden halk usandı bıktı
*
Varsa söyle zulmün boyun bükmezi
Yol ahl-i irfanın çile çekmezi
Adalet küpünün döküp pekmezi
Bu zulüm sirkesi küpünü sıktı
*
Seyrani mazlumun malın yiyenin
Mertbem na-keriden yüce diyenin
Dünyada tanrılık tacın giyenin
Hak derya çamurun ağzına tıktı

İşte bir şiir ki münevver kitle(kal)nin aslını aradığı bir devirde, halifenin ve hilafetin manasını intak ve “dünyada tanrılık tacı giyenlerin” bir gün “ağızlarına deniz balçıkları” tıkılacağını yarım asırdan fazla bir zaman evvel aleme ilan ediyor ne büyük keramet.
İşte şu meselelerde bize gösteriyor ki halkın  sesi her  zaman  dinlese  bile  ekseriya-halkın sesidir. Münevverler onu can kulağıyla dinlemeli ve ondaki dert-ü iştiyakları gönül gözü ile görmelidir.

Milli Mecmua,1(22),1 Teşrinevvel 1340,341-343

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
Share
1.393 Defa Okundu
#

SENDE YORUM YAZ

9+9 = ?