logo

DEVELİ’DE MİNARELER

Namaz vaktinin geldiğini bildirmek için, câmilerde, müezzinin ezan okuduğu bir veya birkaç şerefesi olan yüksek ve ince yapı. Lügatte, “nur saçan yer, ezan yeri, çerağ” mânâlarına gelir. Minâre, Arapça olan “menâra” kelimesinin değişikliğe uğramış hâlidir.


İlk minâre, hicri 58 senesinde Muâviye’nin emriyle, Mısır Vâlisi Mesleme bin Mahled tarafından yapılmıştır. Minâreden ilk ezanı, Mesleme’nin kardeşi müezzin Serahbil bin Âmire okumuştur. Ezan okumak, Hicretin birinci senesinde Medîne’de başladı. Medîne’de ilk ezan okuyan Hazret-i Bilâl-i Habeşî, Mekke’de ise, Labbib bin Abdurrahman’dır.
Minâre yapılmadan önce, ezan mescitlerin dışında yüksek bir yerde, dam, duvar üzerinde okunurdu. Hicrî 58 senesinden sonra yapılan câmilerde birer minâre yapılması dînî bir vecibe hâlini aldı. Mısır, Suriye, Irak, İran, Hindistan, İspanya ve Anadolu’da yapılan câmilerin yanına birer minâre inşâ edilmiştir. Böylece dînî mîmârîde önemli bir unsur hâline gelen minâre, her milletin mîmârî ve karakter anlayışına göre, değişik tarzlarda çeşitli yapılar olarak yapılmıştır. Ayrıca minâre üzerine çıkıp dönerek ezan okunmasına yarayan şerefeler ilâve edilmiştir.
Türklerde minâre, Selçuklularla başlar. Zamanla şehirleri süsleyen ve ülkenin varlığını ispatlayan nârin ve nâzik yapılar hâlini almıştır. Minâre, en ahenkli ve en güzel şekline, Osmanlı devrinde, mîmârî sanatının zirveye ulaştığı on altıncı asırda Mîmar Sinan zamânında ulaşmıştır. Zamanla minârelerin boyları yükselmiş ve gövdeleri incelerek zarafeti bir kat daha artmıştır. Edirne Selimiye Câmii minâreleri 70,89 m yüksekliğinde olup, 3,80 m kalınlığındadır. Üç şerefesine ayrı merdivenlerle çıkılmaktadır. Süleymaniye minâresi 63,80 m Şehzadebaşı 41,54 metredir.
Minârelerin en süslü bölümü şerefe kısmıdır. Şerefe çıkıntısının altı tuğla bindirmeli veya taş istalaktit ve püsküllerle bezeli olduğu gibi, etrafı da ekseriya ajur nefis mermer korkuluklarla çevrilidir.
İlk minârelerde bir tane olan şerefe sayısı bâzı minârelerde üçe kadar varmıştır. Çok minâre şekilleri vardır ki, hepsi de ayrı birer inceleme konusu olmuştur.. Minârelerin içinde ekseriyetle tek bir merdiven olup buradan şerefeye veya şerefelere çıkılır. Edirne’deki Selimiye Câmii’nde aynı gövde içine üç merdiven inşâ olunmuştur ki, bunların aşağıda ayrı ayrı kapıları olup, her şerefeye ayrı merdivenle çıkılır ve bu merdivenlerden çıkanların her biri birbirini görmezler. Bu husus, Mîmar Sinan’ın mîmârî deha ve kâbiliyetinin hayranlık veren misallerinden birisidir.
Minârenin en yüksek yeri alemdir. Alem, “bayrak” demektir. Minâre alemleri, İslâm âleminin dînî sembolü olan “hilâl” şeklindedir. Ülkemizdeki bâzı alemlerin kıskaçları arasında yıldız da bulunur. Alemler, mâdenî veya taştan olabilir. Ancak binâya nispetle büyük ölçüde olanlar, genelde bakırdan ve altın yaldızlıdırlar. Alem; kâide, küp, armut, bilezik ve tepelikten mürekkeptir.
Târihî minârelerimiz yurdumuzun tapusuna imzâ atan kalemler gibidir.


Siva Sitti Hatun Camii         Matrakçı Nasuh’un kalemiyle
Minber  Minaresi.                   S.Sitti Hatun Camii
Vatan, dostun olduğu, sevgilinin yaşadığı yerdir. O halde, önce dost olmak, önce sevmek. Toprağı sevmek, taşı sevmek, ağacı sevmek, hayvanı sevmek, insanı sevmek… Sevgiyle toprak vatan olur. Toprağı sevmek, toprağı işlemek, onu önce tohumla ve fidanla, sonra da su ile buluşturmaktır. Toprağı vatan kılmak ve orada temekkün etmek fikri, çınar dikmekle dile getiriliyor. Çünkü çınar, sevginin, hem de öyle böyle bir sevginin değil, kalıcı olan sevginin, yarınlara kalma niyetinde olan sevginin sembolüdür.
Gidilen yerde eğer çınar dikilememişse, oracıkta mutlaka, ama mutlaka bir minare inşa edilmiştir. Minare, yerle gök arasında ilahi sedanın yankısı…
Hani Akif ne güzel söyler:
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi benim yurdumun üstünde inlemeli
Minare, ister ahşap olsun, ister taş; hangi malzemeyle inşa edilirse edilsin, şerefelerinde yankılanan ilahi sedayla toprağı vatan kılmış, özgürleştirmiş, arındırmış, temizlemiş, derleyip toparlamıştır.
Sanki minareler, medeniyetimizin ulu çınarları gibidir. Çınar gölgesinde, minare camisinde cem eder. Çınar, açılan dallarıyla ve yaprağıyla kucaklar; minare, camisi, minberi, mihrabı ve şadırvanıyla… Minare, şerefesinde yankılanan ilahi sedasıyla, minberi ve mihrabında okunan ilahî kelâmıyla inanmış gönülleri şenlendirir. Bu şenlikle kendimizi buluruz, kendimiz oluruz. Bu şenlikle, eşyayı ve varlığı anlamlandırırız. Bu şenlikle ilahi hitabı idrak ederiz. Velhasıl, medeniyetimizin ulu çınarları minarelerdir.


Kara Bey Camii ve Dev Ali Türbesi
Şüphesiz Develi’de ilk minare Siva Sitti Hatun Camii/Camii Kebir// Ulu Cami (1282)’e ait minber/köşk minarelerdir. İkinci eski mescit ise Kara Bey Mescidi’dir.(xvı.Asır)Fakat bu mescit o kadar çok tamirat geçirmiştir ki minaeresi sonradan şerefeli minare olmuştur.Köşk minare tipi genelde mescitlerde kullanılmıştır.Tarih sırasına göre mevcut şu mescitlerimizde: İniler Camii(1723),Meteris Camii(1844),Dedeman Camii(1895),Kayaaltı Camii (1837),İzmirli Camii (XIX.Asır),Tirem Camii(1894) ) bu tür minareler vardır.
Görüldüğü gibi bu minber / köşk minarelerin en eskileri Yukarı Develi’dedir. Bilebildiğimiz kadarıyla Everek’te bu tür mescidin ilki Kayaaltı Mesci’nde görülmektedir.Ne yazık ki bu orijinal mescidimiz kısa bir süre önce ortadan kaldırılmıştır.
Şerefeli Camilerin ilk örneği ise:Everek Ulu Camii’nde görülür.Everek Ulu Camii Minaresi 1870 tarihlidir.Bilebildiğimiz kadarıyla Develi’deki diğer bu şerefeli minarelerin hepsi Cumhuriyetten sonra yapılmıştır.Bu minarelerin çoğunu da Tekeşin Kalfa yapmıştır.Zannediyorum ki bu minarelerin en güzeli de Çarşı Camii minaresi idi.Süleyman Unutulmaz kalfanın ustalığı idi. Şimdiki camii minarelerinin mimarı ise yine Develili Mimar  Salim Alp’tir.
Minareler denince elbette ezanla ruhları dolduran müezzinleri de unutamayız. Şüphesiz camii ve mescitlerle dolu olan Develi’de şüphesiz Maviler Camii müezzini Yusuf Dağdelen  (Seyrani Hoca) ile Aşağı Everek Mescidi müezzini Cemil Özgen Hocalar rahmetle anılacak kişilerdir.Hem mideperestlikleri, hem hoş sohbetleri ve hem de seslerinin güzellikleri her zaman anılacak din adamlarımızdır.
Çoktandır unutulan Türk milliyetçisi Ziya Gökalp “Ezan “adlı şiirinde bakın ne diyor:
Bir ses işte budur,bütün dünyayı
Uyandıran Hak yolunu bildiren
Kötüleri İyi Yapan ve iyi
Vicdanlardan ben pasını sildiren

Bu ses işte bu emirdir herkese:
“Allah’ım,iyiliği sev”, diye;
Şehre,köye,kulübeye,mahbese
Sokularak her gönüle sesleyen.

Bu ses her gün beş vakitte bağırır,
İnsanları doğru yola çağırır,
Bu ses hala büyük asrın sesidir.

Okunurken ezan, sanır her vicdan
Cebrail’dir gelmiş, Bilal ağzından
Bütün İslam ümmetine seslenir.

Kıyamete kadar minarelerimizden ezan sesinin kesilmemesi dileğiyle…

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
Share
1.651 Defa Okundu
#

SENDE YORUM YAZ

8+9 = ?