Son Dakika
“O günlerde üstüne bir durgunluk çökmüştü. Düşüncelere dalmıştı. İşte o sırada hiç unutamam 16 Kasım 1922 günü, sabah kahvesini götürdüğüm zaman tuhaf tuhaf yüzüme bakarak:
– Şaşkın şaşkın ne duruyorsun karşımda? Git bana bir kahve daha yap, dedi .
– Onu ilk defa bu kadar sinirli ve bitkin görüyordum. Geceyi uykusuz geçirdiği belliydi. Sesi bile sönükleşmişti. İkinci kahveyi götürdüm. Her zamanki gibi, bir kenarda durdum. Yaklaşmamı işaret etti.
– Vaziyetin vehamet kesbettiğini biliyorsun burada , artık hayatımız tehlikede…Binaenaleyh , ben gidiyorum. Sakın kimseye bir şey söyleme. Sen de beraber geleceksin. Hazırlan, dedi.”
Padişah Vahdettin’in Tütüncübaşısı Şükrü bey:
Önsözden:
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahi Vahdettin’in hizmetine giren 40 yıl boyunca yanında bulunan, sadakatıyla onun güvenini kazanan Kayserili Şükrü Bey, padişahın 1922 yılında İstanbul’dan sürgün edilmesi sırasında berberinde götürdüğü birkaç kişiden biridir.
Vahdettin’in 1926’da San Remo’da vefatına kadar hizmetini sürdüren Kayserili Şükrü Bey, 1924 yılında “150’likler” listesine dahil edilince vatanına gelemez. Değişik ülkelerde vatansız olarak dalaşır durur. Genellikle Şam’da Vahdettin’in mezarının bulunduğu Sultan Tekkesi’nde kalır.
Şam’da bulunduğu yılarda, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi makamları tarafından, Şükrü Bey, haneden üyeleri ile Vahdettin’e yakın diğer kişiler hakkında bilgi istenir, tıpkı San Remo’da Vahdettin’in vefatından sonra olduğu gibi.
Cenova’da iken konsolosluk onayıyla eşine vekalet verdiği halde malı mülkü İncesu Kaymakamlığı (hazine) tarafından yok pahasına satılır. 1938 yılında 150’likler için af çıkar, ancak pasaport verilmediği için vatanına dönemez. Aftan iki yıl sonra Beyrut Konsolosluğu’ndan tek girişlik bir pasaport temin eder ve 1940 yılında vatanına döner.
Emniyet istihbaratı Şükrü Bey’i adım adım takip eder, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye mektuplar yazar, siyasetle ilgisi olmadığını belirtir. Maddi haklarının iade edilmesini ister. Kendi ifadesiyle “ tek suçunun 40 yıl boyunca ekmeğini yediği kapıya sadakat göstermek olduğunu belirtir.
Resmi yazışmalar devam eder, sonuç alınamaz. Kendisine hiçbir hakkı iade edilmez
Ancak sürekli takip edilir. İstanbul’da eşi vefat edince başöğretmen alan oğlu Hami’nin yanına Kuşadası’nın Burgaz Köyü’ne gider. 1942 yılında hakkında son resmi yazı yazılır. “Kayserili Şükrü Bey Kuşadası’nda vefat eder.
Kayserili Şükrü’nün doğduğu yer: Keşlik Köyü. Yıllar önce bu köyü görmesem bu kitap ve anlatılanlar benim o kadar ilgimi çekmeyebilirdi. Çünkü burası oyma mağaralardaki kilise kalıntılar, mağaralara yapılmış evler hem güvenli, hem sağlıklı mekânlar olarak yüzyıllarca kullanılmış. Mağaralardan hala depolama amaçlı yararlanılıyormuş. Mevcut yapısıyla bakir bir turizm bölgesi. Her nedense turizme açılmamış. Mağaralardaki Kilislerde duvar süslemelerinden kalan izlere rastlanmış. Oyma mağaradan yapılmış bir camisi bile varmış. En büyük mağara yapı canlı Kiliseymiş. Ayrıca eski mezarlara da rastlanmış.’Üç yatırlar’ başları kıbleye bakmadığı söylense de Müslüman yatırlar olarak anılıp dualar edilmiş. Yapılacak arkeolojik kazılarla birçok şeyin daha gün ışığına çıkacağına inanıyorum.
Keşlik Halkı’nın büyük bir kısmı büyük şehirlerde yaşıyor. Kışın azalan nüfus yazın çoğalıyor. Yazları da köylerini unutmuyor, mutlaka ziyaret ediyorlar. Çoğu okumuş, aydın kültürlü insanlar. İlk kez gittiğim Ürgüp Göreme’ye benzeyen Keşlik’ten izlenimlerim bunlar. İkinci kez Keşlik Şenlikleri’ne ağabeyim Bahaeddin Bey davet edilmişti. Biz de oraya Kayseri’den günübirlik şenliklere katılmıştık.
Keşlikli Şükrü Bey’in doğup büyüdüğü Kayseri’nin bir köyüydü. Önceleri İncesu ilçesine bağlı olan Keşlik daha sonra Yeşilhisar’a bağlanmış. Köyün 1950’li yıllara kadar İncesu’ya bağlı olması nedeniyle Keşlikliler resmi işleri, kaymakamlık başvuruları, askerlik ve benzeri işleri İncesu’ya giderek halletmişler.
Keşlikli Şükrü Bey’in Ailesi: Keşlik köyü’nün çoğunluğu Uygur Türklerinden. Şükrü Bey’in Babası padişahın Müjdecibaşısı Mehmet Mustafa’dır. Kendisi Ehlikeyif, hoşsohbet bir insan olarak anlatılıyor. Mustafa Ağanın eşi Çolak Emine’dir. Düğününde çolak olmasına rağmen at üstünde köye girerken koyun sürüsünden bir koyunu tuttuğu gibi atın üzerinden öbür tarafa atar. Kaza geçirdiği için kolu sakat olan gelinin bunu nasıl yaptığı merak konusu olur.
Keşlik’te eski düğün adetlerinde gelin at üstünde yeni evine gelirken, kayınpederinin önüne sürdüğü koyunlardan birini beğenir ve onu bindiği atın üstünden atar. Bunun yapabilen gelinin önünde o koyun derhal kurban edilir ve kendisine armağan olarak verilir.
Düğünden sonra Osmanlı Ordusuna asker toplanmaya başlar, Mehmet Mustafa yeni evli olmasına rağmen adını yazdırır. Yanında eşi çolak Emine de vardır. Bir dirseği sakat olmasına rağmen çok iyi yufka açar ve yufkayı güzel pişirmesiyle tanınır, mert bir kadındır. Kocası askere gideceğinden, dedikoduyu önlemek için herkesin önünde Mehmet’ten hamile olduğunu söyler. Mehmet askerdeyken Osman ve Şükrü adında ikizleri doğurur. Çocuklarını bağ bahçe işleri yaparak büyütür, bezlerden elbiseler diker. Fakat Mehmet Mustafa’nın Yemende esir düştüğü söylenir. Zaman su gibi akar geçer, esirlerin döndüğü duyulur.
Çolak Emine iki oğlunu yola çıkarır. Gelenlere ‘Keşlikli Mehmet Mustafa var mı?’ aranızda diye sorarlar. Akşam üzeri at üzerine kambur bir adam gelir. Çocuklara ” kimi bekliyorsunuz ” diye sorar. ” Keşlikli Mehmet Mustafa’yı bekliyoruz ”derler. ”Neyiniz olur ” diye soran adam ‘babamız’ cevabını aldıktan sonra ”Gelin atın terkine bende Keşlik’e gidiyorum. ”Der. Köye gelince Çolak Emine bunları görür ve çok sevinir. Kadıncağız attan inen kambur adama sarılınca ikizler gelen kişinin babaları olduğunu anlarlar.
Aradan yıllar geçer Mehmet Mustafa ceviz, elma, üzüm ve kaysı yetiştirir ve sevilen sayılan Mehmet Mustafa Ağa olur. Oyma mağaraları depo olarak kullanır. Daha sonra İstanbul’a yerleşir. Hac kafilelerinin Mekke’ye vardığı haberini padişaha iletme görevini üstlenir. Artık Müjdecibaşı olmuştur. Ailesini İstanbul’a götüremediği için köyün en güzel taş evini Ermeni ustalara yaptırır. İncesu’ya göçer, Osman ve Şükrü adında iki oğlu olur. Daha sonra iki kız çocuğu daha olur. Osman ve Şükrü evlenirler. Şükrü’nün bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Adını Mustafa Muzaffer koyar. Eşi ve çocuğunu İncesu’da bırakarak askere gider.
Şükrü’nün askerde öldüğü haberi gelir. Bir süre sonra Şükrü’nün eşi Fatma ikinci evliliğini yapar. Muzaffere Şükrü’nün kardeşi Osman bakar. Hiç hesapta olmayan bir şey vuku bulur. Şükrü sağ salim köye döner, karısının başkasıyla evlendiğiniz öğrenince kararını verir İstanbul’a gider.
Şükrü, İstanbul’a geldiğinde babası sarayda müjdecibaşı olarak görev yapmaktadır. Ara sıra köye de gidip gelmektedir.
Şükrü babası aracılığı ile hemşehrilerini bulur, Çengelköy’de kısa zamanda çevre edinir. O vakitler şehzade olan Vahdettin’le tesadüfen tanışır. Bir rivayete göre babası tarafından sultanla tanıştırılır. Kırk yıllık sadakat yolculuğu başlar. Vahdettin ile birlikte özel eğitim alır. Padişaha çok yakın bağlı bir saray adamı olur, akıl hocalığı yapar.
Vahdettin padişah olunca onu tütüncübaşı yapar. Vahdettin Han halife sıfatıyla İngilizlere sığınır, Malta adasına, Mekke’ye oradan da İtalya’ya gider.
Veda:
Kayseri’nin bir köyü olan Keşlik’te yaşama merhaba diyen Şükrü Bey, Padişah Vahdettin’le birlikte geçirdiği yıllar, sürgün günleri, Malta, San Remo, Nice, Cenova, Cenevre, Zürich, Şam, Beyrut, Haydarabat ( Hindistan), Amman, Kudüs, Basra günleri ve yaşadığı onca olayın ardından yaşama veda etmiştir.
İlgi odağı bir yaşam merkezinden yalnız ve sefalet içindeki günlere, Padişaha, devlete onca hizmetine rağmen uğradığı haksızlıklara muhatap olarak vefat etmiştir.
İnönü’ye yazdığı mektuptaki “ tek suçum 40 yıllık ekmeğini yediğim kapıya sadakat göstermekti” cümlesi onun yaşamını adeta özetler. Bu süreçte doğrular ve yanlışlar yaşanmıştır, ancak yaşananları, o zaman diliminin tarihi olgularıyla yorumlamak bizleri daha gerçekçi sonuçlara ulaştıracaktır.
Prof. Dr. Muzaffer ŞAHİN:
Çocukluğumuzda, yaz tatili için Kayseri’nin Yeşilhisar İlçesi’ne giderdik. Dedem ve babaannem zaman zaman İstanbul’da yaşayan dedemiz Şükrü Bey hakkında değişik öyküler anlatır ve ondan bahsederken “Tablacıbaşı” derlerdi.
2010 yılına kadar aklımızda hep o öykü kırıntıları kaldı ve büyüklerimizden işittiğimizle yetindik. Ancak 2010 yılı ortalarında Şükrü Bey İstanbul’da sarayda Vahdettin’e 40 yıl boyunca hizmet ettiğini son olarak da “ Tütüncübaşı” unvanıyla çalıştığını, 1952 de Yeni İnci, 1956 da 20. Asır dergisinde kendisini anlatan tefrikaların yayınlandığını öğrendik.
Muzaffer ŞAHİN: 25 Mart 1961 Tarihi’nde Kayseri’de doğdu. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdi. Yüksek Lisans (1985) ve Doktora (1990) eğitimini İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Anabilim Dalı’nda tamamladı. 1988 yılında Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bursu ile İngiltere’de 6 ay süreli mesleki ve dil eğitimi programına katıldı. 1982-1989 yılları arasında Hürriyet Haber Ajansı’nda muhabir-redaktör, 1990-2011 yılları arasında Anadolu Ajansı’nda muhabir, redaktör, Ekonomi Haberleri Müdürü, İç Haberler Müdürü ve Haber Yayın Daire Başkanlığı görevlerini üstlendi. 2012 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak göreve başladı, 2018 yılında Doçent Dr. 2024 yılında Prof. Dr. unvanını aldı, halen Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğretim üyesidir. İlgi alanları; gazetecilik, medya araştırmaları, yeni medya, medya teknolojileridir.
Sürekli Basın Kartı sahibidir.
Pelikan Tıp ve Teknik Kitapçılık Tic. Ltd. Şti Yayınları (Ocak-2012)
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
06 Mart 2025 Köşe Yazarları