Son Dakika
Çocukluğumun bir bölümü Kayseri’de geçti. Yeni cami önünde iki katlı bir taş evde oturduk. Babam Tayyare fabrikasında çalışıyordu. Okula gitmediğim yıllardan bir gün mahalle bakkalımızdan ekmek alıp eve dönerken kapımızın önünde bir faytonun durduğunu gördüm. İçinden bir adam inerek kapımızı çaldı. İlk defa gördüğüm adamı ablam karşılamıştı. Onlar önden, ben arkadan taş merdivenleri çıkarak oturma odasına vardık. Annem, ablalarım gelen misafire “Hoş geldin dayı” diyerek elini öpüyorlardı. Misafir babaanneme hala, anneme hala, ablalarıma hala diyor ve bizimkilerin ellerinden öpüyordu. Akşam vakti işten çıkan babam eve geldi ve hep birlikte yemeğe oturduk. Babam misafire dayı, misafir babama dayı diyordu. Bir türlü çözemediğim dayı-hala karmaşası içinde bende misafire dayı demeye başladım. Misafir 15 gün bizde kaldı. Bu sürede 4 yaşındaki kardeşime ve bana da dayı diyor ve sürekli elinde taşıdığı bozuk paralardan harçlık veriyordu. Bu nedenle olsa gerek kardeşim ve ben dayıyı çok sevmiştik. Yoldan çevirdiğimiz yine bir faytonla Develi otobüslerinin hareket ettiği Kayseri’deki Sivas öteli garajından Develi’ye gitmek üzere bizlerle vedalaştı. O gün ki yaşımda bu misafirin, dayımız aynı zamanda yeğenimiz olduğunu bir türlü çözememiştim.
Zaman su gibi geçmiş ve ilk defa üniversite okumak için geldiğim İstanbul’da 30 seneyi geride bırakmıştım. Bir kış günü yıllar önce evimizde misafir ettiğimiz dayı bir akrabam ile ziyaretime geldiler. Kendisini hemen tanımıştım. Dayı, üzerinde cübbeye benzer pardösüsü, kasketi, sakalları, ayağındaki lastik ayakkabıları ile etrafı inceliyor ara sıra parmaklarını yalıyordu. Konuşmalarından anladığım tek şey “Mehmet Dayı” deyişiydi.
Konfeksiyoncu olmamız nedeniyle Dayının üzerinde ne varsa hemen yeniledim. Güzel bir hamam sefasının ardından dayı Kayseri’nin yakışıklı koyun tüccarlarına benzedi. Zamanla laflarını daha iyi anlar oldum. Dayının ısrarına dayanamayıp onu dükkânda değil evimde misafir etmeye başladım. İşe benimle gidiyor, akşam eve benimle dönüyordu. Bu böyle beş altı ay sürdü. Bu süreçte dayının hiçbir talebini geri çeviremiyor, ne derse onu yapıyordum. Eşime ve üç yaşındaki kızıma hala, sekiz yaşındaki oğluma dayı diyordu. Celal Dayı her gördüğü hemşerisine kadınsa hala, erkekse dayı diyerek bu muhannet Dünya’da geçim bulmuştu. Dâhice kullandığı hala ve dayı kelimeleri yaşantısının olmazsa olmaz bir kuralı, her kapıyı açan yegâne anahtarları olduğunu daha iyi anlıyordum.
Dayı yıllar öncesinde olduğu gibi bize bozuk para veriyordu. Eskisinden tek farkı bizimde altıda kalmayıp ona kâğıt para vermemizdi. O bizden aldığı kâğıt paraları gönlünün hoşuna gittiği, başka dayı dediklerine veriyordu ve para alıp verdiği dayılarının da bir türlü sonu gelmiyordu.
Hep düşünmüşümdür, Celal Dayı’ya bir ömür boyu verilen paraları biriktirseydi belki Develi’nin yetiştirdiği en zengin insanı olurdu. Ama o bırakın biriktirmeyi elindeki paraların değerini hesap etmeden, kendine hiç bir şey almadan gönlünün istediği bir hemşerisine vererek hayatı boyunca veren el olmayı seçmişti. Bu dünyaya metelik vermeyen zekâsı ile bunu sürekli kılmayı başardığını artık daha iyi anlamıştım.
Beş ay gibi kısa bir zamanda dayıya o kadar alışmıştık ki ailecek onu çok seviyorduk. Beni Develi’ye gönder dediğinde hepimiz üzülmüştük. Hiç istemesek de ısrarına dayanmayıp onu Develi’ye yolcu etmiştik.
Çocukluğumda çözemediğim Celal Dayı’yı çok daha iyi anlıyordum. Hemşerilerinin ”Deli Celal” lakabını kendisine yakıştırmasını, yıllarca onları üzmemek için âlemlere ibret olsun diye sabır ve hoşgörü dolu zekâsıyla kabullendiğini düşünüyorum. Çünkü ”Deli Celal” lakaplı ”Akıllı Celal yıllar önce, ölünce nereye gömüleceğini hesaplayıp son nefesinde vasiyet ederek ”Ulu Cami” bahçesindeki boş olduğunu sadece kendisinin bildiği mezara, 1994 yılının Temmuz ayında gömülmesini gerçekleştirerek akıl dolu zekâsını Develi halkına göstere göstere terki dünya yapmıştır.
Celal Dayı’nın cenazesine katılamadım. Onun cenazesinde bulunmamak yıllarca içimde bir uhde oldu. Ölümünden sonra ilk Develi’ye gelişimde mezarını ziyaret ettim. Ulu Cami imamı Yaşar Hoca ile görüşerek Ulu Cami’nin damını aktardık. Celal Dayı’nın mezarını ve diğer mezarları mermer taşlarla çevirerek çevre düzenlemesini gerçekleştirdik. O zaman anladım ki Celal Dayı’nın naşı bile hayırlı işlere vesile oluyordu.
Bu yazımda, Celal Dayı’nın ben de hayranlık uyandıran bazı özelliklerini sizlerle paylaşmak istedim. Kendisine Allahtan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.
Yayınlanmış Yazılarım İçin: http://www.mehmetoruk.blogspot.com
BENZER HABERLER