Son Dakika
Develi İstiklal İlköğretim Okulu’nun öğrencisiydim. Bir bahar mevsimiydi. Hava çok güzel, sevinç dolu bir gündü. İşte o gün baharın coşkusuna dayanamayıp dersten kaçtık. Develi Dağı’nın Güvercinlik denilen dev kayalarının diplerinden topladığımız çiğdemleri, dere kenarında topladığımız mor menekşelere katarak geriye döndük. Akşam olmuş, öğrenciler dağılmış, okulun kapısı kapanmıştı. Çantalarımızı almak için okul kapısının zilini çaldık. Kapı açılınca başöğretmenimizle karşılaştık. Hepimiz şaşırmıştık. Korkumuzdan elimizdeki çiçekleri bahçeye atıp, suçlu başlarımızı öne eğip okulun içine girdik. Başöğretmenimiz bizi odasına götürdü. Toplantı masasının üzerindeki çantaların bizim olup olmadığını sordu. Hepimiz birden ”bizim” dedik. “Öylemi! Şimdi hepiniz karşı duvarın dibine geçip tek ayaklarınızı kaldırarak bekleyin” dedi. Söylenenleri harfiyen yaptık. Dayanamayıp ayağını yere basan öğrenciyi yanına çağırıyor, kerpeten gibi tuttuğu parmakları arasında kulaklarımızı sıkmaya başlıyor, söylediğimiz yalanlar karşısında daha şiddetli sıkıyordu. Canımız yanınca 5 kafadar ağlamaya başladık. Kulak çekme işlemini tamamladıktan sonra bizleri karşısına oturttu. Okuldan kaçmanın kendimizi, öğretmenimizi ve ailelerimizi aldatmak olduğunu ve yalan söylemenin yanlışlıklılarını uzun uzun anlattı. Toplumun bizden çok şeyler beklediğini, ileriki yıllarda üniversiteye gidebilmemiz için okulu ciddiye almamız gerektiğini, çalışkan ve dürüst birer öğrenci olmamız gerektiğini öğütledi.
Belleğime kazınan öğütler ile koşa koşa evimin yolunu tuttum. O gün asla dinlediğim öğütlerin, yediğim dayağın, akıttığım gözyaşların ve tabi ki başöğretmenimin hayatım boyunca aklımdan çıkmayacağını tahmin edemezdim.
Başöğretmenimiz orta yaşlı, çekik gözlü, geniş omuzlu, esmer, arkaya ve birazda yana ayırarak taradığı saçları ile yakışıklı bir insandı. Adabı muaşeret kaidelerini eksiksiz uygulayan, nazik, son derece ciddi ve biraz da asabi kişiliğe sahipti. Her zaman takım elbiseli, kravatlı ve boyalı ayakkabıları ile gezerdi. Kış aylarında İngiliz kumaşından dikilmiş kruvaze paltosu, açık havada başından hiç çıkarmadığı fötrü şapkası parlamenter şıklığı ile herkesin ilgisini çekerdi. Saydığım bu özelliklerinin yanı sıra ölçülü tavrı ve öğretici bakışlarıyla Develi halkı içinde örnek bir başöğretmendi.
38 yıl aradan sonra; İstanbul’da belediye meclis çalışmalarını yaptığımız bir salı günü başöğretmenimi elinde fötr şapkası ile meclis kulisinde dolaşırken gördüm. Hemen yanına gittim, kendimi tanıttım ve “buralarda ne arıyorsunuz” diye sordum. “Belediyede hemşerim var, bir iş için onu ziyarete geldim” dedi. Ben de hemşerisinin henüz gelmediğini ona söyledim. Bu sözlerimin onda hayal kırıklığı yarattığını hissedince işi ile benim de ilgilenebileceğimi söyleyerek onu odama davet ettim. Kendisini dinledikten sonra ilgili müdürlüğü arayarak kendisini ve torununu 2 aydır üzen sorununa çözüm ürettim. Kısa sürede işlerinin yoluna girdiğini gören başöğretmenim sevincinde duygulandı ve gözyaşlarını tutamadı. Ve sonrasında uzun uzun Develi’den ve ailelerimizden söz ettik. Bana gösterdiği samimiyetten cesaret alarak ilkokul yıllarımda beni ağlattığını ve verdiği öğütleri ona anlattım. Başöğretmenime ağlatma yarışında artık 1-1 berabere olduğumuzu söyleyerek elinden öptüm ve vedalaştık. Kendisinden bir türlü haber alamadığım başöğretmenim ile bir daha karşılaşmamız mümkün olmadı.
Uzun zaman sonra Develili bir arkadaşımla lokantada yemek yiyor, Develi hakkında sohbet ediyorduk. Bu sırada kendisine başöğretmenimi görüp görmediğini sordum. Başöğretmenim hakkında ki duyumlarını anlatmaya başladı. O anlattıkça ben hüzünlendim ve ağlamaklı oldum. Ağlamamı arkadaşımın görmemesi için hemen lavaboya koştum ve orada ağladım. Yüzümü yıkadıktan sonra, masaya geri döndüm. Benim için sohbetin tadı kaçmıştı. Yemekte bitmişti. Hesabı ödeyip arkadaşım kendi işine ben kendi işime gitmek üzere oradan ayrıldık. Yol boyunca başöğretmenimle olan anılarımı düşündüm. Aramızdaki ağlatma yarışı aklıma geldi. Başöğretmenim yapacağını yapmış yine beni ağlatmıştı. Artık ne yaparsam yapayım ömrüm boyunca ağlatma yarışında öne geçme şansım kalmamıştı. Yarışın kesin sonucu “başöğretmen: 2 – öğrencisi: 1” olarak neticelenmişti.
Başöğretmenim “Takı CEBECİ” ye Allah’tan rahmet diliyor yetiştirdiği binlerce öğrenci için kendisini saygıyla anıyorum.
BENZER HABERLER