Son Dakika
Hindistan Yarımadasının yetiştirdiği meşhur bilginlerinden Jiddu Krishnamurt diyor ki: “Dinin özü kutsallıktır. Kutsallıkla, kutsal olarak adlandırdığımız şeyleri kastetmiyorum. Bununla özü anlatmak, özden söz etmek istiyorum. Kişi kutsallık anlamına gelen dinin özünü kavradığında yaşamına bambaşka bir anlam kazandıracağını, o zaman her şeyde bir güzelliğin olduğuna şahit olacağını söylüyorum. İşte kutsal olan bence budur yani güzelliktir. Güzellik bir uyarıcı değildir. Bir ağacın, bir gülün, bir çiçeğin, bir hayvanın, bir yüzün, bir resmin güzel olduğunu söyleyebilirsiniz ama benim sözünü ettiğim güzellik, hiçbir resimde, hiç bir simgede, hiçbir sözcükte, hiçbir müzikte bulunmayacak bir güzelliktir. Bu güzellik dinsel bir zihnin, kendini bilmeye açık bir zihnin özüdür. İnsan böyle bir zihin ile değer kazanır, kutsallaşır.” Bu kutsallığı, bu güzelliği bulmanın yolu ise içimizdeki yabancı güçleri yok etmek veya içimizi yabancı güçlerin esaretinden kurtarmaktır. Bu da ancak, egoist / bencil kaynaktan beslenen duygularımızdan arınıp özgeci yani doğaya, aileye, millete ve insanlığa yönelik kaynaklardan beslenmekle olur. Bu beslenme de Mükemmel bir iradeye / içsel güce sahip olan insanda kendini gösterir. Böyle bir irade insanı hem yüceltir, hem güzelleştirir hem de kutsallaştırır; aynı zamanda insanı aşka götürür. Aşk ise içindeki benlik arzusundan insanı uzaklaştırır. Bu hareket ayni zamanda insanı önce kendi nefsine, sonra da başkalarına karşı evrensel merhameti yok edici bütün davranışlara isyana götürür. Böylece insan sefaletten, kibirden, taassuptan kurtulur, İlahi iradeye hicreti ve İlahi iradeye götüren yolda ilerleyişi gerçekleştirir. İçimizdeki yabancıdan kurtulup özgürlüğe yükselmenin yolu da bence budur. Gerçek varlığımıza sahip olmanın en büyük düşmanı olan gururumuzdan, benliğimizden kurtuluşun reçetesini bize Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri söylüyor: “Kötülüğümüz içimizde bizim, içimiz ise kurtulamıyor kendi kendinden”.
Çare nedir? Çare, insanın içine nüfuz ederek onu çürüten düşmandan kurtulması için iradesini ruh yönüne ait kılması gerekir. O zaman beden aklanır, temizlenir, ruhun desteğine ulaşarak aydınlığa, olgunluğa, kemale ulaşır. Böyle bir insan erdemli insandır. Bu insan, gönlünü hakikat, güzellik ve hayırdan ibaret üç kaynaktan doyurur. Bu kaynaklardan beslenmesi için de insanın; gönlünde imanı, iradesinde bilgiyi, ruhunda güzelliği, cesareti, inceliği, aydınlığı, sevgi ve hoş görüyü taşıması gerekir. İşte güzel olan, kutsal olan da budur. Aksi halde bencillik, aç gözlülük, kıskançlık esaretinden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla insanı sürükleyen süfli irade insana egemen olacaktır. Yunus Ermenin şu sözleri bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir:
İçin dışın murdar iken,
Dost neylesin senin ile
Gözün, gönlün, nefsi hava,
Aşk neylesin senin ile.
Hiç kuşkusuz, felaketlerin kaynağı nefistir, bendir, bencilliktir. Bunlar ıslah olmadıkça, kişinin kendini beladan, sıkıntıdan, stresten kurtarması mümkün değildir. “ Kişi / insan içindeki bu beni terk edince ‘ beni’ bulur. Yunus Emre’in: “ Bir ben vardır ben de benden içeri” sözü bunu ifade eder. Bu ben, iyinin, güzelin ve sonra da Yaratıcı kudretin sembolüdür. Kuran’ın asıl manası da budur. İslam’ı bir takım katı emirlerin bütünü diye almak, onu anlamamaktır. Kuran’ın dikkatimize sunduğu: “Nice işaretler vardır kendi varlığınızda, hiç görmüyor musunuz”?( Zariyat,21) ayetinde Yüce Allah insanı, orijinal yapısı itibariyle İlahi Varlığın olağanüstü bir belirtisi, bir işareti, evrensel rahmetin eksiksiz bir görüntüsü olarak takdim etmektedir. Kendisine ulaştıracak iradenin insanın içinde bulunduğunu, dış dünyadan gelecek tesirlerin ancak bu iradeyle bertaraf edileceğini de yine bu ayet söylüyor. İlahi aşkın potasından geçen ruhun geldiği yere, yüce makama varabilmesi için de, Mevlana’nın:“Hamdım, piştim, yandım” dediği irade değişimini insanın tamamlaması gerekir. Bir Müslüman olarak Yaratana yaptığımız secde, ben duygusundan arınıp, iradeyi Hakk’a teslim etmenin bir ifadesidir. Buna tasavvufta aşkın secdesi deniyor. Bunun anlamı insanın bütün iradesiyle Allah’a teslim olmasıdır. Secdeler bizi, en büyük aşka, en büyük iradeye, en büyük varlığa ulaşmamızda yol aldığımız durakları temsil ederler. Bu secdelerde ilerlemenin, Yüce Mevla’ya ulaşmanın gerçekleşmesi için bilimi, hakikati, sanatı, milleti, tabiatı, canlıları ve tüm insanlığı istemek, sevmektir. Bence güzel ve kutsal olan da budur.
Not: Bu makale 08.11.2012 tarihinde bu köşede yayınlanmıştı. Bin iki yüz okuyucu tarafından okunduğu için yazımı yeniden okuyucularıma sunmak istedim.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
14 Mart 2025 Köşe Yazarları
06 Mart 2025 Köşe Yazarları