logo

Develili Efsane Bilim Adamı

Develili Efsane Bilim Adamı

Prof. Dr. Kirkor Yalçın

Hayatını anlattığı belgeselde Develiyi, eğitimini ve buluşlarına yer verdiği bu güzel yazıyı okurken onu daha iyi tanıyacak. Onunla hemşehrisi olarak gurur duyacaksınız. İstanbul Develi ve Yöresi Kültür Dayanışma Derneğimizin toplantılarına, iftarlarına katılırdı. Hayatı ve mücadelesi örnek alınacak bir bilim adamıydı. Ailesine ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Allah’tan rahmet eylesin. Hocamızın kendi anlatımıyla hayatından kesitler:
Evet, Benim doğum yerim Kayseri’nin Develi kazası, batısında Erciyes Dağı, doğusunda da yeşil ormanlı dağlar vardı. Şehrin içerisinde de akarsular yerden fışkırırdı.4 veya 5 yaşlarında olduğumu hatırlıyorum. Evimizde bir eşeğimiz vardı. Buna biner çaya kadar gider. Çayda su depolarını doldurur eve getirirdim suyu. Bir aralık annemle beraber gittik oda orada çamaşır yıkıyordu. Çamaşır yıkarken çevrede bir sürü hayvanlarda oradan su içerdi. Onlar arasında tavuk, ördek, kuş onlar su içtikleri zaman başlarını havaya kaldırırlardı. Annem çok dindar olduğundan dolayı başlarını havaya kaldırmalarını dua etmek olarak değerlendirirdi. Bende su içtiğim zaman beni yanına çağırır – Bak bunlar su içiyor ve tanrıya dua ediyor. Sen hiçbir şey yapmıyorsun diye kızardı. Bende çevreye baktım. Orada ördek, tavuk ve kuşlar su içerken başlarını kaldırıyorlardı. Ama bizim koyun, dana ve eşek hiç başlarını kaldırmıyorlardı havaya. Bir aralık gittim. Bak anne dedim bizim eşeğe bak, koyuna bak onlar başlarını havaya kaldırmıyorlar. Dedin. Öyle dalgın bir biçimde baktıktan sonra, canı da çok sıkıldı. Dediği doğruydu oğlanın. Hiç te onlar başlarını havaya kaldırmıyorlardı. Ve artık bana bakmaz oldu. Yanından ayrıldım, olmaz olaydın, doğmaz olaydın. Dedi.
Aradan yıllar geçti. Ben makine mühendisliğinde “akışkanlar mekaniği” hocası oldum. Hidrolik dersleri veriyordum. Ve suyun nasıl emildiğini orada öğrencilerime anlatıyordum. Bir tüpün içerisinde su veya içecek su olduğunu düşünelim. Ağzımızla tüpün üzerinde bulunan havayı emiyoruz. İçeride havanın basıncını yok ediyoruz. O zaman dışarıdaki hava tüpün içindeki sıvıya etki ediyor. Ve ağızımıza suyu getiriyor ve yutuyorduk. O bir dua etme değildi. Öyle düşünülüyordu.
İLKOKULA DEVELİ’DE BAŞLADIM
O zamanlar çocuklar 7 yaşına basmadan ilkokula yazılamıyorlardı. Bende tam 7 yaşına geldiğim zaman ilkokula yazılmıştım.3 kardeştik ben en küçükleri oluyordum. Ben ilkokula gitmeden yazmayı okumayı öğrenmiştim. El yazısını bile yazıyordum. Öğretmen şaşırmıştı.- Sen bunları nereden öğrendin? Dedi. – Ben çalıştım öğrendim. Dedim. O şekilde ilkokulda matematik, tarih, coğrafya, Türkçe vardı. Herhangi bir yabancı lisan yok. O tür dersler anlatılırdı. Ve öğretmen dersi anlattıktan sonra beni çağırır anlattıklarını anlatmamı isterdi. Şaşırıyorum o zamanki hafızam olsa olsa yüzde 25 ine. Ne dediğini, tarihleri dâhil padişahları askeri güçler, hepsini yeni baştan anlatırdım. Ve herkes bana şaşırırdı. Öğretmen anlattıktan sonra nasıl bu böyle anlatıyor. Diye
İlkokulu bitirdiğimde ağabeyim askerliğini yapmış Develi’ye gelmişti. Hayatını kazanmak için kunduracılık yapmıştı. Babamızın bir dükkânı vardı. O dükkânda kunduracılık yapacaktı, para kazanacaktı. Ve evlilikte yaptı. Bunun üzerine yanında kendisine yardım edecek olan bir çırak gerekiyordu. O çırağı ben olarak karar vermişti. Bana sormadan karar vermişti.
DEVELİ’DEKİ ORTAOKUL YILLARIM:
Ağustos ayına doğru ortaokula kayıtlar başlamıştı. Kaydolmak istediğim zaman babam ben seni okutamam dedi. Ben ise bunları hiç dinlemiyordun. İlla ortaokula kaydolacağım diyordum. Orada Merkez İlkokul karşısında ortaokul vardı. Ahmet Yıldırımdı bizim hocamız. Aynı zamanda oranın başkanıydı. Ona gittim. – Gel oğlum ben seni kaydettiririm. Dedi. Kaydolmak için beş liraya ihtiyaç vardı. Ama ben ailemden beş kuruş bile alamazdım. Fakir fukara değildik. Evi, bağı bahçesi olan bir aileydik, dededen kalma. Ahmet Bey dedi ki: “bu çocuktan hiç para almayın. Göreceksiniz o burada hep iftihara geçecek.” dedi. O şekilde hemen kaydettiler, parasız olarak beni. Defter kitap kalem satan satış yeri vardı, bürosu vardı. Oraya ortaokul 3 seneydi ya 3. Sınıfın en çalışkan öğrencisini koyarlardı. Beni birinci sınıfta onun başına koydular. Ve orayı da idare ediyordum okulda. Ama sınıfta hocaların anlattıklarını da hiç unutmuyordum. Yolda giderken de hep kafan orada anlatılanları tekrar ediyordum. Arkadaşlarıma da anlatıyordum hatta onlarla beraber dolaşırken arkadaşlık yaparken matematik derslerini onlarda anlatıyordum. Defter lazım kalem lazım, bunları nerden alacaktım. Kaymakamlığın bulunduğu yerde çalışanların bürolarında mahkeme salonlarında kâğıtlar dışarı atılırdı. Ben oralara gider o kâğıtları toplardım. İğne ile defter yapar, oraya yazardım yazacaklarımı. Kaleme de ihtiyacım yoktu. Yani parasız okudum. Aileme muhtaç olmaksızın… Öylece sene sonunu getirdik. Ortaokulu böylece bitirdim. Ağabeyim evlenmişti diyorum, çocuğu da olmuştu. Ondan sonra eşi ile beraber İstanbul’a göç etmeyi düşündüler. Bunun içinde evi bahçeyi ne varsa her şeyi satacaklardı. Bunlar dededen kalmaydı. Anneme babama dedi ki ben bu çocuğu İstanbul’da okuturum. Dedi. Döndük. Ben Haziranda mezun oldum. Temmuz da buraya geldik.
İSTANBUL’DAKİ OKUL YILLARIM VE HAYATIM:
Beyazıt’ta bir bakkal dükkânı açtık. Sigara, tütün öyle şeyler satıyorduk. Ağustos ayına yaklaştığımız zaman ağabeyim tuttu dedi ki – Ben dışarda mal alacağım sende burada satacaksın. Mal alıyor bende satıyordum.- Ben seni okutamam dedi.- Biz böyle konuşmamıştık dedim.- Orada öyle söyledim. Burada da böyle dedi. -Eğer okuyacaksan kendine iş ara bul, kazan paranı, ancak o şekilde okuyabilirsin yoksa başka şekilde okuyamazsın. Dedi.
Bende okuyacağım diye bağırdım çağırdım. Kendisi mal almaya gittiği zaman dükkân bende ya dükkânı kapattım İstanbul Erkek Lisesi’ne gittim. Müdürün kapısını vurdum. Müdür Ahmet Özbey. Ben buraya kaydolmak istiyorum dedim. İstanbul’da akrabalarımda vardı veli olmamışlardı hepsi reddettiler. -Ağabeyini neden dinlemiyorsun diye kızdılar. Ben okumak istiyorum. Ailem karşı çıkıyor dedim. Develi’deki notlarımı iftihar kâğıtlarımı gösterdim. Hemen biz seni kayda alırız dediler. Orada oturan bir öğretmen – Ben senin velin oluyorum Dedi. O şekilde İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydoldum. Lise o zaman 3 seneydi. Üçüncü sınıfa geldiğim zaman bir baş ağrısı başladı bende. Çünkü ben okuyordum. Babamda lise 2 de iken vefat etti. Kanser oldu, sigaradan. O zaman evin reisi yine ağabeyim oldu. Okumayacaksın, okumayacaksın diyordu. Bu uzun vadeli mücadele bende bir baş ağrısı yaptı. Ders çalıştığım zaman başım ağrıyor. Oturduğum zaman uyuyabiliyordum. Baş ağrısı geçiyordu. Yani baş ağrısı bana okumayacaksın diyordu. Bir doktora gittim buna rağmen. Doktorun verdiği ilaçları aldıramadım. O zamanlar kırk liraydı muayene ücreti. Doktor “Merak etme bu hastalığı geçiririz” demişti. O zaman her şey benim irademe kalıyordu.
İTÜ’YE 4. OLARAK GİRDİM:
Sene 1958 yaz aylarında İTÜ’ye girmek için derslere, kendim çalıştım. O zamanalar Üniversite’ye aşağı yukarı Türkiye’den 550 kişi alıyordu.
Bir kısmı makine bölümüne, bir kısmı elektrik ve inşaat bölümüne dağıtılıyordu. Ben o sırada bir depresyon içindeydim. Doğru dürüst çalışamıyordum. Fakat o sınavlarda 4. seçildim. Altyapı iyi olduğu için Develi’den. Sonradan yaptığım çalışmalardan. Makina Mühendisliği bölümünü kazandım. Makina Bölümü 5 seneydi. Bu günkü olduğu gibi 4 sene değildi. Alman usulü buradan yüksek makine mühendisi olarak mezun olunuyordu. Yani bir tür lisansüstü çalışma da içeriyordu.
1964 senesinde Üniversiteyi bitirdim. Makine Mühendisliği bölümüne asistan olarak kabul edildim. İTÜ de o zamanlar pek doktora yapan asistan yoktu, çok az da azdı. Çünkü bazı hocalar doktora konularını veriyor, bazıları veremiyorlardı. Ben hem sağlık açısından, hem de yurt dışında daha iyi bilim yapmak bakımından Fransa’ya gitmeyi hayal ettim. Onun için burs kazanmalıydım.
FRANSA HAYALİM NASIL GERÇEKLEŞTİ:
Fransız hükümeti Türk Hükümetine her sene burs veriyordu. Bunun için iyi bir Fransızca bilmek gerekiyordu. Taksimde Fransız konsolosluğu var. Kültür Ataşeliğine gittim, düşüncemi söyledim. Tabi Fransızca konuşarak söyledim. Kültür ateşesin senin sınava ihtiyacın yok, seni kabul ederiz dedi. O şekilde Fransız Hükümeti bana burs bağlamış oldu. Hemen eylül ayı içerisinde de yola koyuldum.
O zaman asistan aylığım 587,5 liraydı. Uçak çok pahalıydı. Tren ile 400 liraya gidiliyordu. Tren yolculuğu da 3 gün sürüyordu. Sirkeci’den trene biniyorsun Bulgaristan’a, Sofya’dan sonra Belgrat’a, sonra İsviçre’ye oradan da Paris’e geçiyordu. O şekilde bir yolculuk yaparak Paris’e ulaştım.
Fransa’da Fransız öğrenciler ile doktora yapacak yurt dışından gelen kişilerle orada üniversite lojmanlarında kalabiliyorduk. Ben Belçika evine kabul edilmiştim. Güzel olan içeriye giriyorsun, tek kişilik odalarda kalıyorsun. Çünkü çalışacaksın. Üç kişilik odalar yapılmıyordu burada olduğu gibi. Eğer sene sonunda başaramazsan, oradan atlıyordun. Yani iyi şeyler vardı ama başarılı olmak kaydıyla vardı.
1960’LI YILLAR TÜRKİYE:
1960 senesinde, biliyorsunuz Türkiye’de darbe olmuştu. Bu darbeden sonra İstanbul Teknik Üniversitesinden birçok hocaların işine son verilmişti. Makina Mühendisliği bölümünde Prof. Dr. Ratip Berker… Kendisi eğitimini Fransa’da görmüş. Çok önemli beynelmilel yayınlar yapmıştı. Mekanik dersini o veriyordu. Bende o dersten çok iyi bir puan almıştım. Ondan iyi puanlar almak çok zordu.20 üzerinden 17 almıştım. Orada “Akışkanlar Mekaniği Kürsüsü” de vardı. Orada görev yapıyordum. Oraya gittim. Şimdi hoca bulmam lazım. Birde biz Türkiye’de Yükseklisans ünvanlı almış olsak ta Fransa onu kabul etmiyordu. Yani Yüksek mühendis olarak kabul etmiyordu. Mühendis olarak kabul ediyordu. Ben orada yüksek lisans yapmaya başladım. Çeşitli derslere yazıldım. O derslere giriyordum. Ratip Berker’i orada buldum ve yazıldım. Ama Ratip Berker’e değil de oranın başkanı, akışkanlar mekaniğinde kitabı var. Bir Fransız profesöre yazıldım. Yani başka o oldu doğrusu. Lille şehri Belçika’ya yakın, İngiltere’ye yakın orda ben master yapıyordum. O sıralarda Kanada da bir öğrenci Puanla’ydı adı, bir buluş yapmış. Öyle bir buluş ki…Şöyle şurdan başlayan bir kanal düşünün. Şuradan havayı veriyorsun. İkiye bölünmesi lazım değil mi? Hayır sadece birinden çıkıyor. Öbüründen geçmiyor. Bu sırrı bulmuş. Nasıl yapacağını bulmuş. İstediği zaman oradan akıttırmıyor. Buradan akıttırıyor. Ve bunu ABD de uzay araştırmalarında kullanmaya başlamışlar. Benim işte master hocam orda bulunmuş ama nasıl bulunmuş onu araştırıp açığa çıkaracaksın demişti. O bulundu. Bende ispatladım nasıl olduğunu. Şimdi şuradan havayı hızla yolluyorlar. Bir kısmı buradan, bir kısmı da buradan geçiyor. Şuranın eğimini öyle yapıyorsun ki hava şuraya geldiği zaman boşluk oluyor. Şurdaki mevcut hava öbür tarafa kayıyor. Daha doğrusu gönderilen hava etrafındaki havayı emiyor. Hakikaten hiç böyle gitmiyor şöyle gidiyor. Bunun üzerinde deneysel çalışmalarda yaptım. Hoca zaman zaman çağırıyor kontrol ediyordu. Başarılı olduğunuz zaman bursunuzun uzatılması için rapor yazıyordu. Bana verilen rapor epeyce pozitif oldu. Yanımızda Belçika vardı. Belçika’da da üniversite var. Orada da ilişkileri vardı. Zaman zaman oraya gittim geldim.
BELÇİKA VE BRÜKSEL ANILARIM:
Belçika’nın başkenti Brüksel’de bir pazar günü gezerken bir mezarlığa rast geldim. Girdim mezarlığa bir annenin oğlu trafik kazasında ölmüş herhalde onun üzerine şöyle bir şiir yazmıştı. Türkçesi:
Rahat uyu canım yavrum
Bu ebedi yatağında
Sensiz kalan anne baban
Gülmez artık bu dünyada.
Böyle bir şiiri okumuştum. Tekrar Lille’e geçiyordum masterim bittiği zaman orda beni idare eden hoca 64 yaşına gelmişti.64 yaşında emekli olmak zorunluluğu varmış. Ratıp Berker’de oradan ayrılmıştı. Sebebi şuydu: Ya orada Fransız vatandaşlığına geçecek veya orayı terk edecekti. Ratip Berker başka bir milliyet kabul etmediğinden dolayı Türkiye’ye dönmek zorunda kalmıştı. Benim hocamda emekli olunca benim orada ayrılmam gerekiyordu. Başka bir yer bulmam gerekiyordu. Bu başka yer Fransa’nın güneyinde Toulouse şehri vardı. Orada uçak fabrikaları çalışıyordu. Ben oraya taahhütlü bir mektup yazdım. Ve oradan hemen cevap geldi. Fransız hükümetinin bursiyeri olarak kendinizi takdim ediyorsunuz. Mademki burslusunuz. Sizi kabul ediyoruz dedi. Orada artık doktora kısmını yapacaktım. Toulouse’a gittim. Gereken resmi işlemleri yaptım. Üniversite’nin lojmanları vardı. Tek odalı bir yer verdiler. Tek odalı sözünü tekrar ediyorum. Öğrenciler iyi çalışsınlar ve yetişsinler diye tek odalı tek kişilik odalar yapmışlardı…
YUNANLI ARKADAŞIMLA BİR BULUŞ YAPTIK:
Orası Toulouse İspanya’nın güneyi, Marsilya’nın yakınında İspanyaya yakın bir yer. Paris’te ta yukarıda. Yunanlı arkadaşımla bir buluş yaptık. Basınçlı havayı verdik alet tak diye durdu bir yerde. İkici impusu yolladık yine durdu.. Hocamın kapısını vurdum. – Mösyö alet çalışıyor. Dedim. Hiç bilmiyor ki ben başka bir şey yapmışım. Hoca bunu gördü hayretler içinde kaldı. Hoca bunu görür görmez Sanayi Bakanlığına bildirmiş. Sanayi Bakanlığından bir üst düzey yetkili geldi. Aleti çalıştırın dediler bize. O Yunanlı arkadaşla berber çalıştırdık. Üst düzey yetkili gördü çok sevindi. Tebrik ederim mösyö dedi. Ondan sonra doktoranı yazabilirsin dediler. Doktoramı yazmaya başladım. Ve patent almakta istedim. Bu nasılsa duyulmuş. Hocaya kadar ulaştırmışlar. Hoca çağırdı dedi ki: Fransa’daki rejim gereği araştırıcılar kendilerine patent alamazlar. Hepsi üniversiteye mahsustur, üniversiteye ait olur dedi. Onlar dışarıya satacaklar sattıkları şirket 240 bin frank ödeyecek onu da enstitü alacaktı. Çeşitli masraflarını öyle karşılıyorlardı. O yüzden ondan kırk para almış değilim.
FRANSA’YI NASIL TERK ETTİM:
Yalnız şöyle bir şey oldu. Fransız Dışişleri Bakanlığından bana bir kâğıt geldi. Türk Hükümetinden aldığımız olumsuz bilgi üzerine Fransa’yı terk etmenize karar verildi. Üç ay içinde Fransa’yı terk edeceksiniz diye. Onu ben Yunan arkadaşa gösterdim. Hayret ettik bunlar bir hile mi yapıyor diye. İlla ben hocaya göstereyim diye. Ben istemiyordum göstermeyi. Dedi ki: “Emniyete git oradaki başkanla konuş ne diyecek dedi.” Emniyete gittim. Ne olumsuzluk yaptınız da Türk Hükümeti sizden dışlanmanızı istiyor diye. O zaman yaşım 31 i geçmişti. O zamanlar 31 yaşını geçmiş olanlar askere giderler. Annemde yazıyordu seni askerlikten arıyorlar diye. Yurt dışında bulunduğum Türk Konsolosluğuna bildiriyorlar. Onlarda bursu kesin diyorlar. Fransız Hükümeti de benim bursumu kesiyor. Zaten ayda 500 Frank alıyordum. O ancak yetiyordu. Yönetimdeki üst yetkili polis dedi ki. Askerlikten dolayı sana nasıl böyle bir ceza verirler dedi. Bilmiyorum öyle yasa dedim. Fransa’da asla böyle bir şey yok dedi. Ömrünün sonu kadar burada durabilirsin. Bırak burdan git demiş, Dış Işleri bakanlığı, kendi dış işlerine kızıyor. Ömrünün sonuna kadar burada dur. Araştırma geliştirme yap. Sana buradan kimse buradan dışarı çık demez dedi. Çünkü sen ilim yapıyorsun burada dedi. Bu bir insanlık hizmetidir. Dedi. Aynen böyle konuştu. Gittim hocaya anlattım. Tamam sana burs bağlarız dedi. Bana buluştan dolayı para vermediler ama. Savununcaya kadar biz sana burs bağlıyoruz dedi. Bana burs bağladılar. Yiğidi öldür hakkını inkâr etmemek lazım. Kimseye muhtaç olmadım.
1974 YILINDA TÜRKİYE’YE DÖNDÜM:
1974 senesinde Türkiye’den gelen gazeteleri Parite gördüm Ecevit Kıbrıs’a girmişti. Asker kaçaklarına ediyoruz diye bir ilan vermişti. Onu gördüm. Annem gel gel diye yazdığından dolayı bu tarafa dönmeyi düşündüm.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİNDE DOÇENT, TRAKYA ÜNİVERSİTESİNDE PROFOSÖR OLDUM:
Eskişehir’e geldim. Eskişehir’de Anadolu Üniversitesine girdim.1975/76 senelerinde öğretim üyesi çok az bulunuyordu. Sebebi de çok büyük bir anarşi vardı. Hocaları öldürüyorlardı. Anadolu Üniversitesinde çeşitli dersler üstlendim. Öğrenciler bana çok saygılı davranmışlardır. Olumsuz bir şey yapmamışlardır. On sene kaldım orada. Doçentliğimi orada yaptım. Sonra Edirne’ye Trakya Üniversitesi’ne geçtim. Edirne’de 13 sene kaldım. Orada profesör oldum. Aslında zorla oldum diyeceğim. Çünkü ben teknik çalışmalar yapmak istiyorum, buluşlar yapmak istiyorum. Yurt dışında öyledir. Bir ünvanlı öyle vermezler. Bir şeyler yapmanız gerekir. Kıymetli eserler üretmeniz gerekir. Örneğin orada her profesör en az beş tane doktora öğrencisini her sene idare etmek zorundadır. Ondan sonra yayınlar yapacaklar birde. O yayınlara bakarak profesörlüğünü devam ettirebilir. Yoksa ettiremiyorsun. Onun için oradaki bilim adamları çok sıkı çalışmak zorunda kalıyorlar. Ben öylesine bedavadan profesör olmayı istemedim. Bu soruyu oraya da uygulamak istedim ama Ne Eskişehir de nede Edirne de de laf duyuramadım. Öylesine oldum diyeceğim. Sonra emekli olup İstanbul’a döndüm. Bitirdim böylece.
BİR ŞİİR YAZDIM:
Nede çabuk geçti zaman.
Hey gidi dünya hey!
Bu hafta yıl sonu herkes ayakta.
Çalınan veda şarkıları komşu plakta
Düşünüyorum, düşünüyorum.
Gelmiyor düşüncelerin ardı
Yılsonunda dün akşam
Şehrin kule saati
Tik takları üç hece
Din dan don.
Eğilip’te kulağıma gizlice
Ne dedi bilir misin ne dedi
Şair kutlu olsun.
Bir dönem daha bitti.
Gönlümü eski ayrılıklara sürükledim
Sanki limandan kalkan gemi içinde öğrencilerden
Her biri eller havada
Elvada, elvada, elvada demişlerdi.
Deniz ufkunda kaybolup gitmişlerdi.
Fırtına sürükleyip götürdü onları atarak dalgalara
O talihsiz alınlar ki çarpar meçhul taşlara.
Kör okyanusa daldılar.
Gülerek oynayarak meçhule giden yolda
Anne baba ve yurdundan uzak.
Ah her şeyleri onlar olan anne ve babaları
Gözlerini ufka dikip hayal eder olanları
Ve sorarlar ne oldular şimdi.
Bir adada hükümdar mı.?
Yoksa başka bir yurt bulupta
Bizleri unuttular mı?
Her şeyleri onlar olan anne babaları
Hasret içinde geçirirler arta kalan yıllarını
Gün gelip o gözler kapanınca kara toprak içinde
Anmaz artık adlarınızı bir taş parçası bile.
Düşünüyorum düşünüyorum
Gelmiyor artık düşüncelerin ardı
Ayrılık günlerini düşünüyorum.
Şimdi onlar uzaklarda, çok uzaklarda
Kim bilir ne halde o kasvetli ufukta
Aradan uzun yıllar geçti.
Gidenlerden ne bir ses nede bir seda
Elvada, elvada, elvada.
Nemli gözlerimden son hatıra.
Ben bu şiirde öğrencilerin ihmal edildiğini diploma dağıtılarak. İşte sevinerek okyanus boyu açık gittiklerini. Kendilerine bir yurt ve ülke aradıklarını Orada perişan günler geçirdiklerini. Anne babanın da bir hasret içinde yaşadığını anlatıyor ve acı duyduğunu söylüyorum. Mezuniyetteyim acı duyduğumu söylüyordum. Tebrik ederim, yok orada.
NOT : TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin videosundan yazıya dökülerek alınmıştır.
Kirkor Yalçın: ‘’Hayat kısa sürer, eserler uzun ömürlü olurlar’’ Bu bir Latin atasözüdür. Bu anlayışla bu eserleri hazırlarken, öğrencilerin teorik bilgileri benimseyerek öğrenmelerini, ezberleme temelinde alışkanlarından uzaklaştırmayı amaçladım; meslek hayatlarında yaratıcı yani araştırma-geliştirme yapan mühendisler olarak hizmetler vermelerini sağlamaya çalıştım.
ÖĞRENCİLERİNİN HOCAMIN ARDINDAN YORUMLARI:
*Bir insanda olamayacak kadar empati sahibi, gerçek olamayacak kadar alçakgönüllü bir hocaydı.”
*Ortadoğu ve Balkanların en kral hocası. Evlenmemiş, kendini öğrencilerine adamış insan. Sabah temiz olan giysileri akşama tebeşir tozuna bulanır, dersi yaşayarak anlatırdı. Gecenin bir yarısı çağırsan yatağından kalkar ders anlatmaya gelir. Sıfır ego sahibi, büyük bir beyindi. Ondan ders almak benim için büyük bir onurdu.”
*Her dersinde tahtaya bir Fransız atasözü yazan sonra da ellerini arkasına koyup tatlı tatlı gülen; yüreği sevgi, aklı bilgi dolu müthiş insandı.”
ÖZGEÇMİŞİ :
Prof.Dr.Kirkor Yalçın: 1939 yılında Kayseri’nin Develi İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Develi’de okudu. 1958’de Cağaloğlu İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. 1964 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Fakültesi’nden Yüksek Mühendis olarak mezun oldu. 1964-1966 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Termodinamik Kürsüsünde asistan olarak görev yaptı. 1966-1971 yılları arasında Fransa’dan burslu olarak Fransa’da “Akışkanlar Mekaniği” üzerine yüksek lisans ve doktora yaptı. Doktorası sırasında ‘”Step By Step Pneumatic Motor’’ konulu bir yenilik yaparak 1971 yılında patent aldı. Doktora sonrası Bruxelles’de Von Karman Enstitüsü’nde süpersonik gaz akımları ile ilgili teorik ve deneysel çalışmalar yaptı. 1975-1985 yıllarında Anadolu Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nde görev yaptı. 1988-2001 yılları arasında Edirne, Trakya Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nde doçent, 1994 yılından sonra profesör olarak görev yaptı. 2001 yılında emekli olarak Trakya Üniversitesi’nden ayrıldı.
13 Şubat 2024 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Cenazesi 14 Şubat günü İstanbul-Bakırköy Ermeni Kilisesi’nden ailesi ve sevenleri tarafından kaldırılarak ebedi âlemi uğurlandı.

Share
855 Defa Okundu
#

SENDE YORUM YAZ

7+4 = ?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • SARKOPENİ NEDİR?

    24 Ocak 2025 Köşe Yazarları

    Tıp dilinde sarkopeni olarak adlandırılan yaşlılarda kas erimesi, ilerleyen yaşa bağlı olarak kas kütlesi ve fonksiyonlarında meydana gelen istem dışı kayıptır. Sarkopeni aslında yaşla birlikte kas kütlesi ve iskelet gücünün kaybıdır Fiziksel olarak bağımsız bir hayat sürdürebilmek için sağlıklı bir kas dokusu ve kas fonksiyonlarına sahip olabilmemiz gerekir. Yaşlılarda sarkopeni (kas erimesi) çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olarak fiziksel yetersizlik, düşük yaşam kalitesi, travma ve ölüm gibi istenmeyen sonuçlarla bitebili...
  • Develi Çarşı Camiinin Mimarı Salim Alp

    24 Ocak 2025 Köşe Yazarları

    Salim ağabey ile sohbetimizde mimarlık mezuniyetimden yaklaşık 15 yıl sonra Çarşı Camii'nin yapılması bize nasip oldu, diye anlattı. Çarşı Camii Dernek Yönetim Kurulu'nun: Av: Esat Cebeci, İş adamı: Şadi Kolay, İş Adamı: Suat Köylüoğlu, Eczacı: Haluk Yalçın, Milletvekili : Salih Kapusuz'dan oluştuğunu dile getirdi. Vefat edenlere Allahtan rahmet, hayatta olanlara sağlıklı bir ömür diledi. Bu proje Sayın Develi Müftümüz Mustafa Başaran'ın teşviki ile daha önce vakıfların kararı ile bir kısım yıkılmış olan eski Çarşı Camii'nin yerine yenisin...
  • RAHMANA KUL OLMAK (UBÛDİYYET) -2

    17 Ocak 2025 Köşe Yazarları

    Rabbimize karşı kulluğumuzda ne kadar hassas olsak da, insan olmanın gereği hata ve günahtan uzak kalamıyoruz. Ama hata edenlerin en hayırlısı hatasından pişman olup Rabbine dönmeyi bilendir. Allah da günahını fark edip pişmanlık duyan kulunun tövbe etmesine çok sevinir( Müslim, Tevbe, l). Rahmeti geniş Rabbimiz (Mü'min, 7; Mlüslim, Tcvbe, 14) gecenin son üçte birinde dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve "Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu, onu b...
  • RAHMANA KUL OLMAK (UBÛDİYYET) -1

    17 Ocak 2025 Köşe Yazarları

    Ubudiyet; Zahirî ve bâtıni açıdan Allah’a tam kulluğu ifade eden tasavvuf terimidir. Dinimizde insanın Allah’a karşı hürmet, tevazu, sevgi ve itaatini göstermek, rızasını elde etmek niyetiyle ortaya koyduğu dinî içerikli davranışlar için ibadet, hayatını daima Allah’a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürmesi şeklindeki kulluk duyarlılığı için de ubudiyet kelimeleri kullanılmıştır. İbadette belirli fiilleri yerine getirme öne çıkarken ubudiyette bu fillerle kazanılan hal, ahlâkî ve manevi öz ağır basmaktadır. (TDV, İslam Ansiklopedisi, cil...