Son Dakika
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir.
Ahilik
Ahilerin son temsilcileri, o eski ustalarla bir fotoğrafta buluşmuş: “Berber Kamil Usta, Ayakkabı Tamircisi Cemal Uyanık, Bakkal Hamdi Dığış, Kalaycı Veli Usta, Demirci Miran Usta, Bekir İzmirli, Topuzun Ahmet, İsmail Cebeci (Babam) , Mehmet Dalkılıç, Hakkı Usta (Çimen), Celilin Osman, Dücüklerin Ahmet Köksal, Demirci Arsin Ağa, Ahmet Altıparmak, Tüfekçi Ahmet Usta .” Burada ismi geçen bütün insanlar ahrete göçtü gitti. Bize de onlara Allah’tan rahmet, mağfiret dilemek ve hayırla anmak kaldı.
Ustalara saygımız var. Yanında çalışan çırağa ailesi, okulu, çevresi varken ben senin her şeyinden sorumluyum diyerek sahip çıkması, onu evladı gibi görmesi ne güzel bir duygu. Bazen boynuzlar uzadı kulağı geçti. Şimdilerde bu sözler de unutuldu.
Ne eski ustalar var, nede o eski çıraklar. Büyüklerini dinlemeyen ve onları güzel hasletlerini örnek almayan yeni nesilde ne saygı kaldı nede sevgi. Babalarımızın eti senin kemiği benim deyip öğretmenlere teslim ettiği çocuklarda yok şimdi. Ustanın çırağa, babanın oğula sözünün geçmediği şu son günlerde yaşanmışlıklar beni elli yıl geriye götürdü.
Halk arasında söylenen:
İşte bunun öğretmeni Mehmet Çatbaş’dı, Mazhar Tuncer’di, Hasan Suyolcuydu, Salih Karakebeliydi, Enver Yolaç’tı, İsmail Bakır’dı, Mehmet Yücel’di. Bu da Mustafa Tüysüzün öğrencisi. Onun yanındaki Merkez ilkokulunda Necati Tarhan’da okudu. İstiklal ilkokulunda Mehmet Oral’da, Taki Cebeci’de okudu. Lisede Mahir Hocanın, Mediha Hanımın, Cemal Sarıçiçek, hocaların talebeleri… Gibi şehir efsaneleri hep söylendi. Öğrencilerin başarıları öğretmenleri ile ölçülürdü. Disiplinli, tertipli, düzenli hocaların talebeleri de tıpkı kendileri gibi olurdu. Başarılı olmuş kişilerdeki hocalarının hakkı teslim edilir, inkâr edilmezdi. Hepsini rahmetle anıyorum.
İyi bir usta, iyi bir aşçının yanında yetişen yamaklara hemen belli olurdu. Fırıncı Uzun Mustafa’nın çırağı gibi. Çırak olmak zor zanaat. Hamur gecikti mi çırağın kafasında, çok konuşup gürültü yaptın mı kafanda, Uzun Mustafa’nın fırıncı küreği başında patlardı.
O zamanlar modern ekmek fabrikaları yoktu. Mevsimine göre sabahları kahvaltıda yemek için mahalle fırınlarına, bazen boş pide, bazen de peynirli, tahinli, cıvıklı pide yaptırmak için giderdik.
İlkokuldan mezun olunca, bunda iş var, bu meslek sahibi olsun, ya da bunun okumaya gözü yok, bir sanat öğrensin, karnını doyursun diye bir ustanın yanına verilirdi. Bu işlere hevesli olmayanlarda işe yaramaz deyip,okutulurdu.
Develide esnaf ve sanatkârların çoğu gayrimüslim tebaya mensup insanlardı. Osmanlıda erkekler devamlı asker olduğu savaşa gittiği için bütün ülkede olduğu gibi Develide de esnaf ve zanaatkâr el değiştirmişti. Develi’nin 1. Dünya Savaşı sonrasındaki nüfusu yarı yarıya Ermenilerden oluşuyordu.
Belediyenin karşısındaki Fırıncı Faik Usta’nın pidesi meşhurdu. Ala Fayık gibi pide yapıyor, Derlerdi. Melekgirmez sokağında derici Onnik Ustanın çırağı güzel elbise diken bir terzi için Mahir Solak ustanın ya da Terzi Sıtkı Özbek’in yanında yetişti. Tıpkı Melekgirmez sokağındaki Karabet usta gibi güzel ısmarlama iskarpin yapıyor, diyenleri çok duydum.
Mahallede annem gibi güzel düğün yemeği yapan yoktu. Düğün dernek olunca çağrılır, hemen giderdi. Develi’de ince bulgur ve gendime çeken, iyi un öğüten değirmenler hep bilinirdi. Her mahallede iyi yemek pişiren aşçılar vardı. Güzel hamur yoğuran, yufkayı evirip çevirip pişiren eviriciler vardı. Bunların hepsini yapmakta bir hünerdi.
Yufka açanlar birbirlerine Develi tabiri öndüce (ödünç: imece karşılıklı yardım) gelirdi.
Ama hamur Yoğurucuya ve yufka eviriciye yevmiyesi verilirdi.
Güzelce bağlarının üzümü, Kelmah’ın Çakılarası’nın cevizi, Melubunin bademi, Sarıcanın kavunu, Gaziköyün çileği, Çöten Köyünün mercimeği ve nohudu, Şıhlı’nın fasulyesi, Epçe Köyü’nün gaceri doğal yiyeceklerimiz pazarın olmazsa olmazlarıydı.
Annem Pilavın içine bir avuç koyardı, pilava lezzet verirdi. Gacer, yöresel ürün olarak hiçbir katkı maddesi olmadan tamamen doğal olarak yetiştirilip kepekli olarak öğütülürdü. Gacer unundan ekmek yapılırdı. Köşkpınar’da Hasan Bey’in cevizinin altında yediğimiz fırında pişen güveci ve bulgur pilavının tadını unutamam.
Elbiz ve Köşkpınar arasındaki bağ ve bahçeler su olmadığından kurumuş. Girebolu ağaçları yok olmağa yüz tutmuş. Bahçeler eski yıllardaki gibi ekilmiyor. Bakım olamadığı için Bağların bir kısmı kurumuş, ,gözler açılıp budama yapılmadığından eski üzüm çubuklarından eser kalmamış. O yıllarda Elbiz, Köşkpınar arası akan su arklarında bağlardan kol tabir edilen üzümler kesilir, soğutulduktan sonra afiyetle yenirdi.
Sultansazlığı’ndaki Flamingolar, kavak ağaçlarındaki yuvalarına gelen baharın müjdecisi leylekler baharın habercisiydi. Bir başkaydı bahar ve yaz ayları, Köşkpınardaki ulu ceviz ağacının tepesinde öten bülbülün sesleri…
Çocukluk yıllarımıza hangi bahçede, en güzel kaysı, şekerpare, can eriği, mürdüm eriği, sarı erik, kuş böbreği yetişir hepsini bilirdik.
Elmas Hala’nın bahçesinin can eriği, Kelmah’daki karadutun, Tüccar Ahmet’in bahçesinin bademi, Havzede’nin (Dındızların) evinin bahçesindeki dutun tadı hala damağımdadır. Domatesin, salatalığın, biberin o kendine has rayihasına yıllar geçmesine rağmen çok ender rastladım, diyebilirim.
Çünkü kursak kavurgasını istermiş.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
03 Aralık 2024 Köşe Yazarları
29 Kasım 2024 Köşe Yazarları
29 Kasım 2024 Köşe Yazarları
29 Kasım 2024 Köşe Yazarları