Son Dakika
Zamanın birinde bir adam bir kuyudan su almaya çalışırken bir yılanla karşılaşır. Yılanla bir şekilde dostluk kurar. Yılan bu adama her gün bir altın getirip verir. Tabii adam bu sayede zengince yaşar. Adam hastalanıp yatağa düşer. Oğluna gidip yılandan altını almasını söyler. Çocuk kuyuya gidip babasının gönderdiğini söyleyince yılan bir tane altını getirip çocuğa verir. Çocuk bununla yetinmeyip, yılanı öldürüp bütün altınları alma düşüncesiyle bir taş alıp yılana fırlatır. Taş yılanın kuyruğuna gelip canını feci yakar, yılan o acıyla çocuğu ısırır. Çocuk oracıkta ölür. Baba bunu öğrenince çok üzülür ancak altın evlattan daha tatlı gelir. Yılana gidip dostluğunu sürdürmek istediğini söyler. Yılan adama; ’sende evlat acısı bende kuyruk sancısı olduğu sürece biz dost olamayız.’der.
Bu hikâye çoğumuz tarafından bilinir. Günümüzde de bu şekilde verilen veya vaat edilen menfaatler uğrunda inandığı değerleri, en yakın arkadaşlarını ya da yoldaşlarını satan insanlara sık rastlanmaktadır. Bu şekilde davranılmasının sıradanlaştığı en büyük zemin siyasettir. Siyaset en geniş manası ile hizmet sanatıdır. Her yıldızın peşinde koşmak ise hizmet değildir. Gönlünü esen her rüzgâra kaptıran yine bu esen rüzgârlar ile birlikte savrulur gider. Dava; hak bir dava ise hakkın ve haklının hâkimiyeti ise o gün elbet gelecektir. Bedeli belli olan alınıp satılmaya başlanır ki sonunda orta malına döner.
İyi bilinmelidir ki buzlu zeminde yol alan aracının hâkimiyetine dikkat etmelidir. En ufak bir dikkatsizlik insanı candan da eder maldan da.
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdem ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi’ yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı senâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!
Diyen Mehmet Akif’in ‘ağzım kurusun’ mısrasında yatan mesaj bu iki yüzlülüğe bir isyan olsa gerek.
BENZER HABERLER